Menu
RSS

Antalya DEM: 6-8 Ekim Olaylarının Tüm Hakikatleriyle Ortaya Çıkarılması Gerekir

Antalya DEM: 6-8 Ekim Olaylarının Tüm Hakikatleriyle Ortaya Çıkarılması Gerekir

DEM Partisi Antalya İl Örgütü il binası önünde basın açıklaması yaptı. Kobani davasının ikinci yılında yapılmayanların, gün yüzüne çıkarılmayanların olduğunu belirten

Dem Parti Antalya il yöneticisi Evin Akdağ konuşmasında şunları söyledi:

“Bu ülkenin barışına ve halkların ortak yaşam iradesine yönelik 26 yıl önce 9 Ekim 1998 günü başlatılan uluslararası komplonun sonuçları günümüzde de bütün ağırlığıyla sürüyor.

Sayın Abdullah Öcalan İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde, yerel ve uluslararası hukukun ve imzalanmış sözleşmelerin çiğnendiği mutlak tecrit koşullarında tutuluyor. İnsani ve hukuki bütün değerlerin yok sayıldığı ve dünyada böyle bir örneğin olmadığı mutlak tecrit politikasıyla açık bir şekilde suç işleniyor.

Bir kez daha belirtelim ki, tecrit sadece avukat ve aile görüşünün yapılmaması değildir. Elbette bunların hepsidir, ama tecrit hukukun da sıfırlandığı bir noktadır. Tecrit aynı zamanda AKP-MHP iktidarının,

Kürt halkının mücadeleyle elde ettiği tüm demokratik kazanımları ortadan kaldırma ve çözümsüzlük politikasının uygulamasıdır.

Mart 2021’den beri İmralı’dan herhangi bir haber alınamıyor. Mart 2021’den beri herhangi bir görüşme yapılamıyor. Bütün avukat ve aile başvuruları reddediliyor. Eş Genel Başkanlarımız ve milletvekillerimizin yaptığı başvurular cevapsız bırakılıyor.

Dünyada 30’un üzerinde ülkeden 2 binden fazla avukatın yaptığı görüşme başvuruları reddediliyor. Son 12 yılda yalnızca 5 kez avukat, son 8 yılda sadece 5 aile görüşünün yapıldığı bir mutlak tecrit sürdürülüyor.

Bütün bu uygulamalara rağmen, “ayrıcalık değil hukuk istiyorum” diyen Sayın Öcalan, bulunduğu zor koşullarda komployu boşa çıkarmak; Türk ve Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu’da yaratılmak istenen halklar arası boğazlaşmayı engellemek için olağanüstü çaba harcıyor.

Bulduğu her fırsatta çözüm ve barış için var gücüyle uğraşıyor, her devreye girdiğinde çözüm umudunu büyütüyor. Komplocular ise bu iradenin önüne geçmek için mutlak tecrit uyguluyor. Tecrit politikası Kürt halkı başta olmak üzere bütün topluma karşı kurgulanan bir sistem olarak yaygınlaşıyor.

Kürt halkının yaşam alanlarına yönelen baskı ve saldırılar, halkların bir arada ve eşit bir şekilde yaşam imkanı bulduğu Kuzey ve Doğu Suriye’ye karşı geliştirilen düşmanlık politikaları mutlak tecridin güncel hamleleridir. Tecrit aynı zamanda, demokratik ve barışçı çözüme,

Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle eşit ve özgür koşullarda bir arada yaşama iradesine karşı geliştirilen uluslararası bir dayatmadır.

Komplo ve tecrit politikaları ne yazık ki Türkiye’yi krizlere sürüklüyor, toplumu ve kurumları çürütüyor. Savaşla, tecritle, saldırı ve baskılarla, hukuksuzlukla beslenen bu rejim demokrasiyi ve toplumsal adaleti yerle bir ediyor.

Kürt halkı ve dostları, demokrasi isteyen çevreler yıllardır bu döngünün kırılması, Türkiye’nin normalleşmesi için büyük bedeller ödeyerek mücadele yürütüyor. Gelinen aşamada, bu döngü kırılmadan, Türkiye’nin kriz ve kaoslardan çıkmasının ve normalleşmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır.

Çeyrek asır önce gerçekleştirilen bu komplonun amaçları, hedefleri ve yol açtığı yıkımlarla bütün Türkiye toplumu, ülkenin geleceği konusunda kaygı duyan bütün güçler yüzleşmelidir. Çünkü bu politika bütün toplumu esir alıyor, büyük kayıplara ve yıkımlara yol açıyor.

Topluma bir kez daha çağrı yapıyoruz; gelin bu ülkede büyük barışı gerçekleştirelim. Düşmanlıkları bir kenara bırakıp bütün sorunlarımızı el ele vererek, diyalogla, konuşarak bizler çözelim. Gelin eşit ve özgür koşullarda bir arada ve güvenle yaşayacağımız koşulları yaratalım.

Bu vesileyle tüm halkımızı 13 Ekim 2024 günü Amed’de düzenlenecek Özgürlük Mitingine davet ediyoruz. Mitinge katılmak isteyen halkımızı, partimizin il ve ilçe örgütleriyle iletişime geçmeye davet ediyoruz

Bir diğer husus, 2014 yılında 6-8 Ekim olaylarında 47’si HDP’li olmak üzere toplam 54 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu olaylara kimlerin sebep olduğu, kimlerin olayların durulmasına hizmet etmeyip aksine olayları faşist, paramiliter, hizbulkontra güçler eliyle kışkırttığı v

e engellemediği bugün hala ortaya çıkarılmamıştır. Algı operasyonları, siyasi mühendislikler ve yargı kumpaslarıyla sorumluluk HDP’ye yüklenmeye çalışılmıştır. Yaşamını yitirenlerin pek çoğuyla ilgili yargılama yapılmamış, ölüm olayları faili meçhul bırakılmıştır.

6-8 Ekim olayları ile Çözüm Süreci devam ederken hazırlanıp Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan “Çöktürme Planı” arasındaki bağlantının ve Kobani’ye yardım koridoru açmayarak olayların asıl sorumlusu olan iktidarın o süreçte neyi planladığının ortaya çıkarılması gerekmektedir.

Suriye ve Irak'ın kuzeyinde hilafet ilan ederek adını “İslam Devleti” olarak değiştiren cihatçı, katliamcı ve soykırımcı IŞİD örgütü, 15 Eylül 2014’te Suriye’nin kuzeyindeki Urfa’nın Suruç ilçesi hizasına düşen, Kürtlerin yaşadığı ve PYD’nin kontrolündeki Kobani bölgesine saldırı başlatmıştır.

O günlerde Kobani Kantonu Eş Başkanı Enver Müslim, BBC Türkçe’ye verdiği röportajda “Savaş ortasındayız. Net bir rakam söyleyemem ama binlerce sivil mahsur kaldı ve katliam tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bu sivillerin kurtarılması ve katliamın önlenmesi için acil yardım koridoru açılmasını istiyoruz” demiştir.

BM Suriye özel temsilcisi Staffan Mistura 7 Ekim 2014’te yaptığı yazılı açıklamada IŞİD'in Irak ve Suriye'de ele geçirdiği kentlerde işlediği katliam, tecavüz ve vahşi suçlara tüm dünyanın gözleriyle şahit olduğunu, Türkiye-Suriye sınırındaki Kobani kentinin de üç haftadır

IŞİD kuşatması altında olduğunu ve burada bulunan 400 bin Kürdün kendilerini büyük bir cesaretle savunduklarını belirterek “Kobani artık kendini savunamayacak duruma gelmek üzere. Onlar normal silahlarla kendilerini savunurken IŞİD tanklar ve toplarla saldırıyor.

Uluslararası toplumun Kobani’yi savunması gerekiyor. Uluslararası toplum, bir kentin daha IŞİD’in eline düşmesine seyirci kalamaz” ifadelerini kullanmıştır.

Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Rupert Colville de benzer çağrılar yaparak Kobani’deki sivil halkın korunması için acil harekete geçme çağrısı yapmıştı.

Türkiye bu dönemde, Kürt sorununun demokratik yollarla barışçıl çözümü için başlatılan Çözüm Süreci’ndeydi. HDP’li siyasetçilerimiz yetkililerle çeşitli görüşmelerde bulunmuş, Suriye’nin kuzeyindeki diğer bölgeler ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden gelecek

askeri yardımın Kobani’ye ulaşması için Türkiye toprakları üzerinden bir koridor açılmasını talep etmişti. PYD Eş Başkanı Salih Müslim de 4 Ekim 2014’te diğer Kürt bölgelerindeki silahların Kobani’ye Türkiye toprakları üzerinden aktarılması için koridor açılması talebinde bulunmuştu.

Bu arada 25 Eylül 2014’ten itibaren IŞİD’in zulmüne karşı Kobani halkının kendini savunması için gerekli desteğin sağlanabileceği tek güzergâhın Türkiye üzerinden olduğu gerçeğinden hareketle hükümetin bu konuda gerekli adımı atmasını sağlamaya dönük olarak protesto gösterileri başlamıştı.

IŞİD’in Kobani’ye girdiği 6 Ekim 2014’te HDP, AKP’nin Kobani’ye yönelik ambargo tutumunu protesto etmek üzere halkları demokratik protesto hakkını kullanmak üzere sokağa çağırdı. HDP’nin bu çağrısı demokratik ve barışçıl amaçlarla yapılmışsa da

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim’de Gaziantep’te yaptığı konuşmada, Batılı ülkelere seslenerek “Yerde, kara harekâtı ifa edenlerle işbirliği kurulmadıkça hava harekatıyla bu iş bitmez. İşte aylar geçti, herhangi bir netice yok. Şu anda Ayn-el Arab da, diğer adıyla Kobani de,

buyrun, düştü düşüyor” demesi üzerine protestoculara hem kolluk kuvvetlerinin saldırısı hem de faşist paramiliter, kontrgerilla grupların saldırılarıyla olaylar yatıştırılamayacak bir hale geldi ve 7 Ekim itibariyle gerçekleşen protestolarda İnsan Hakları Derneği’nin hazırladığı raporda da yer aldığı gibi

47’si HDP’li olmak üzere toplam 54 kişi yaşamını yitirdi.

Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 9 Ekim’de Diyarbakır’da yaptığı basın açıklamasında şiddet ve ölüm olaylarını eleştirdi, bunların durması çağrısını yaptı ve Abdullah Öcalan’ın kendilerine ulaşan mektubunda da bunu belirttiğini açıkladı.

9 Ekim’de olaylar sona erdi. Ardından Türkiye, 20 Ekim 2014’te Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı peşmerge güçlerinin destek amacıyla Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmesine izin verdi. Kobani 134 gün boyunca gerçekleşen destansı direniş sonucunda 2015 yılının Ocak ayında IŞİD çetelerinden ancak temizlendi.

2014 yılında HDP Eş Genel Başkanları, HDP MYK’sı ve milletvekilleri hakkında sokağa çıkma çağrısı gerekçe gösterilerek soruşturma açıldı, milletvekillerinin dokunulmazlıkları 2016’da kaldırıldı ve eş genel başkanlar tutuklandı. 6-8 Ekim olayları sebebiyle

HDP’li siyasetçilerin büyük bir kısmı da tam 6 yıl sonra 2020 yılında tutuklandı. Kobani kumpas soruşturmasının amacı, iktidar tarafından bitirilen Çözüm Süreci’nden ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra HDP’yi tasfiye etmek suretiyle iktidara seçim kazandırmak,

IŞİD’in Kobanî’de yenilmiş olmasının üzüntüsü ve öfkesiyle HDP’den intikam almaktı. Bu arada Başbakanlığa bağlı Kamu Düzeni ve Müsteşarlığı tarafından hazırlanan Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Strateji Müdürlüğü’nün "Çöktürme Planı" da Eylül 2014’te çoktan Genelkurmay Başkanlığı’na sunulmuştu.

2014 yılında iktidar medyası dahi 6-8 Ekim olaylarından HDP’yi sorumlu tutmuyordu. 13 Ekim 2014’te dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu gazetelere PYD’yi meşru yapı olarak gördüklerini söylüyordu. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bile “Bu olayların arkasında o malum uluslararası medya kuruluşları var.

Bu olayların arkasında Türkiye aleyhine her türlü ihanet fırsatını değerlendirmeye çalışan o Pensilvanya var.” şeklinde açıklama yapmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala da 6-8 Ekim olaylarında “Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var” demişti.

HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu ile Kobanî’deki ihtiyaçları karşıladığı ve olayları çözüme kavuşturmak amacıyla 6-8 Ekim’i dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın odasında geçirdikleri mahkeme savunmalarına yansımıştı.

İktidar çözümün ancak Abdullah Öcalan’dan gelecek bir çağrıda olduğunu anlayarak, İmralı’ya bir heyet göndermiş ve olayların durulması çağrısını yapan mektup getirilmiş, 6-8 Ekim olayları bu şekilde sonlanmıştır.

Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidardan düştü. HDP yüzde 13,2 oyla parlamentonun üçüncü büyük grubu oldu. HDP’nin 80 milletvekiliyle Türkiye siyasetini belirleyecek bir güce erişmesinin ardından düğmeye basıldı ve devlet aklı, olan bitenden HDP’yi suçlamaya karar verdi.

AKP’nin yandaş medyası başta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’li siyasetçileri hedef alarak karalamaya, linç etmeye başladı ve sürüncemede bırakılan soruşturma dosyalarında işlemler başlatılıp 2016’da dokunulmazlıklar kaldırılarak

Kobani Kumpas Davası sürecine gelindi. 16 Mayıs 2024 yılında karara çıkan Kobani Kumpas Davası’nın adaletin tecellisi için açılmış hukuki bir dava olmadığı 6-8 Ekim olaylarını aydınlatmaya dönük hiçbir araştırma yapılmamasından zaten belliydi.

Yaşamını yitirenlerin büyük çoğunluğunun HDP’liler olması ise iktidarın ve yandaş medyanın bir kere bile bahsetmediği bir gerçektir.

Gelinen aşamada, Kobani Kumpas Davasının hukuksuzluğu bir yana, 6-8 Ekim olayları ile Çözüm Süreci devam ederken hazırlanıp Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan “Çökertme Planı” arasındaki bağlantının ve Kobani’ye yardım koridoru açmayarak

olayların asıl sorumlusu olan iktidarın o süreçte neyi planladığının ortaya çıkarılması gerekmektedir. 6-8 Ekim olaylarının tüm hakikatleriyle ortaya çıkarılması bugün tarih karşısında hepimizin sorumluluğudur”

yukarı çık
0
Paylaşım