İnsan ne için yaşar?
Bu soru insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlunun hep sorduğu, cevabını aradığı, bazılarının bulduğu bazılarının ise bulamadan toprak olduğu bir soru.
Sahi insan ne için yaşar? Bu dünyaya gelmesindeki amaç nedir? Bu dünyaya doğmak büyümek yaşlanmak gibi doğal sürecin dışında ne yapmak için gelmiştir? Güdülerimiz yalnızca dünyada olan her şey insanınmışçasına tüketmeye mi dayalıdır? Yoksa tüketim, asıl amaç ve hakikatin yanında ikincil nitelikte şey midir? Eğer öyle ise asıl amaç nedir? Sahi hiç düşündünüz mü insan ne için yaşar? Bu dünyadaki görevi ya da var olma sebebi nedir? Peşinden gittiği bir amaç var mıdır? İnsanlık tarihinden bu yana gelmiş ve gelecek milyarlarca insandan sadece bir tanesi midir tekilde?
İnsanların birçoğu öncelikle kendi için yaşar. Kendi hayalleri için. İyi bir iş, iyi bir kariyer ve tabiki iyi bir kazanç. Toplumda iyi bir statü ve iyi bir eş. Hep iyi şeylere sahip olmak dürtüsüyle. Sonrasında rahat ve lüks bir yaşam..
Son model otomobiller, gökdelenler, telefonlar, dünyanın bütün lüksünü fakirlere kredi ile satan AVM’ ler, iphone 6 kuyruğunda metrelerce kuyruk oluşturan insanlar, geçinecek parası olmamasına rağmen marka takıntısı olanlar, hayatın anlamını ve belki de mutluluğu maddi heyecanlarda arayan ve denizdeki girdaba yakalanmışçasına daha çok dibe inen kitleler. Hep daha fazlasını isteyen ve istedikçe bayağı bir hayatın pespaye zevklerini, lükse tutkuyu bir yaşam haline getirenler. Çağımızda insanlığın belki de laneti bu. Yetinmemek, hep daha fazlasını istemek ve varlığının sebebini adete tüketmekte arayarak, tüketiyorum öyleyse varım haline gelmek..
Soma’da gittiğimde de görmüş ve yazmıştım. Nicedir hissettiğim bir şeydi bu. İnsan ne kadar fakir oluyorsa o kadar gönlü zengin oluyor diye. Hakikate daha yakın. Daha mutlu, çünkü üretiyor, ürettiğiyle yaşıyor, alın teri ve el emeğiyle. Çalışıyor, çabalıyor, fedakarlık yapıyor. İnsani tüm hisleri birebir yaşıyor. Öte türlüsü insanı gerçekten uzağa savuruyor ..Yapay bir ihtişam sağlıyor. İnsan vücuduna yapılan ağır makyaj gibi. Ya fazla cilalanmış bir eşya. Robotlaşıyoruz.. Geride kalan insanların, nesillerin hayatını kolaylaştıracak, dertlerine derman olacak ne bırakacağız mesela? Oysa bizim şu anki hayatımız bize bırakılan değil midir? Yani milyarlarca insanın içinde gerçekten kendi benliğini bir kenara bırakıp tüm gücüyle insanlık için dövüşenler olmasa nasıl bu noktaya gelebilirdik? Babasından kalan büyük mirası yiyenler gibi biz de insanlığın mirasını yemenin dışında ne yapıyoruz mesela?
Bence insan mücadele etmek için yaşar. Hayat mücadeleden ibarettir çünkü. İyi ile kötünün, emek ile sermayenin, haklı ile haksızın. Kimi bunu daha lüks bir hayat, daha rahat bir yaşam olarak algılarken kimileri ise insanlara umut olmak, insanlığın uzun serüvenine bir nebze olsun katkı sunmak için yapar. Asıl manada herhangi bir menfaat gözetmeksizin insanların ve insanlığın mutluluğu adına bir şeyler yapabilmekte saklıdır. Çünkü sadece iyi insan olmak yetmez. Bu iyiliği yaymak ve işlevsel hale getirmek de bizzat sorumluluğumuzdadır. Yoksa kendi halinde iyi olmuşsun bir kıymeti harbisi yok. Çünkü kendi hayatı kadar diğer insanların da hayatına tesir etmek, geliştirmek, güzelleştirmek en azından bu uğurda çalışmak dünyayı bu gün bu noktaya taşıyan insanların anlayışıdır.. Farklı zamanlarda, farklı kimliklere bürünse de insanlığı hep bu anlayış yüceltmiş ve yükseltmiştir. Yardım etmekten erinmeyen, insanların gözlerindeki mutluluktan mutlu olanların dünyasıdır bu..
İşte toplum ve yozlaşmış bir takım değerler bize bunları dayatırken direnmektir esas olan. Tüketimin dibine vurmuş şu hayatta üreterek var olmaktır. Direnmektir.
Peki nasıl bir şey olmalı. Hayatının büyük bölümünü refah içinde geçirmiş olan Tolstoy “İtiraflarım” adlı eserinde şöyle diyor.. “Artık içinde yaşadığım hayatı terk etmeğe karar verdim; çünkü bu hayat yapmacık ve sahte bir hayattır; gerçekten uzaktır. Zenginlik ve rahatlığın meydana getirdiği bir takım şartlar bizim gerçek hayatı görmemize engel olmaktadır. Artık ben asıl olanı, öz hayatı anlamak için bizim, yani parazitler takımının yaşayışını değil, hayatı kuranların, ona kendi emeği ve alın teri ile anlam veren kitlelerin, saf halkın yaşayışına nüfus etmeğe çalışacağım..”
Üretmek, emek vermek o denli önemlidir işte. Onunla alınan bir somun ekmek doyurur da, hazır bulunan havyar tatmin etmez insanı. İnsanın doğasında çünkü yok bunlar. İnsanın doğasında paylaşmak, bölüşmek vardır. Komşusu aç iken tok yatmamak vardır. Oysa tüm bu sahte hayatı biz yaratmışız ve yarattığımız bu şeyler bir süre sonra bizi hapsetmiş. Âdete kodlarımıza işlemiş ve artık bunun doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmaya bile açmayacak noktaya gelmişiz. Onlar olmadan asla yaşayamayacağımızı düşünmemiz bundan.. Eskiden insanlar yıldızlara bakarak yönlerini tayin edermiş, biz artık AVM’ lerden çıkmadığımızdan gökyüzüne pek bakamasak da onlar hala orda duruyor. Her biri bir ideali ortaya koyarak. Ve birileri hala bunları görüyor tüm dayatmalara rağmen..
İnsan iki kez ölür birinci bedensel ölümdür, ikincisi ise dünyada adını son bilen kişi öldüğünde gerçekleşen ölümdür. İnsanlık tarihinden bu yana milyarlarca insan gelmiş geçmiş olsa da dünya; insanlığı bir yere taşıyan ya da taşımaya çalışan, bu yolda bir ömür harcayıp üreterek var olmuş ve üretimleriyle insanlık nezdinde ölümsüz olan insanların omuzlarında yükselmiştir ve yükselecektir..
Üstatla bitirelim..
"Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.."