Antalya Eğitim Sen: Eğitimde Ticarileşme Ve Eğitimi Dinselleştirme Uygulamaları Artarak Devam Etmektedir
- Yazan Kaktus Haber
Eğitim Sen Antalya Şube 2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarısının değerlendirmesini geniş bir raporla kamuoyu ile paylaştı.
Raporda birçok sorunun yanı sıra “Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları artarak devam etmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin bütün kademelerinde
Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ÇEDES benzeri proje ve protokoller, başta öğrencilerimiz olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemeyi sürdürmüştür” denildi.
Eğitim Sen Antalya Şube tarafından yayınlanan rapor kısaltılmış haliyle şöyle:
“2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 17 Ocak Cuma günü sona erecek ve iki haftalık yarıyıl tatili başlayacaktır. MEB’in örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye’de örgün eğitimde (resmi + özel) 18 milyon 710 bin öğrenci bulunmaktadır. Toplam 75 bin 467 eğitim kurumu/okulu içinde
devlete ait kurum/okul sayısı 61 bin 111 (yüzde 81) iken, özel okulların sayısı 14 bin 352 (yüzde 19) dir. Devlet okullarında okuyan öğrenci sayısı 15 milyon 849 bin 271 (yüzde 84,71), özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 631 bin 192 (yüzde 8,72);
Açık öğretimde okuyan toplam öğrenci sayısı ise 1 milyon 229 bin 802 (yüzde 6,57)’dir.
Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi ve sendikamız üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş’ün araştırmasına göre 2023 sonu itibariyle eğitim çağındaki nüfus 18 milyon 175 bin 102 iken, 2023/24 eğitim öğretim yılında okula kayıtlı öğrenci sayısı 17 milyon 79 bin 738’dir.
Bu durumda çağ nüfusunda olmasına rağmen okula kaydı olmayanların sayısı 1 milyon 95 bin 364 olmuştur.
Eğimin Yapısal Sorunlarına Çözüm Üretilmemiştir
2024/’25 eğitim öğretim yılının birinci yarıyılı, geçmişten günümüzde varlığını sürdüren yapısal sorunlara çözüm üretilmediği bir dönem olmuştur. Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları artarak devam etmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında,
uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin bütün kademelerinde Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ÇEDES benzeri proje ve protokoller,
başta öğrencilerimiz olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemeyi sürdürmüştür.
Çocuklara Ve Haklarına Yönelik Tehditler
Türkiye’de çocuk haklarıyla ilgili ciddi ihlaller yaşanmaya devam etmekte, birçok çocuk yaşama, barınma, eğitim, sağlık, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi temel haklarından mahrum bırakılmaktadır. Bu ihlaller çocukları her türlü tehlikeye karşı savunmasız bırakmakta,
çocuk yaşta işçiliğe ve evliliklere zorlanmalarına, istismara ve şiddete maruz kalmalarına yol açmaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal krizler de çocukları daha fazla etkilemekte onların savaş, ekonomik sıkıntılar, sosyal ve siyasi krizlerin gölgesinde büyümek zorunda kalmalarına neden olmaktadır.
Okullarda Yaşanan Dinselleşme Uygulamaları Sürmüştür
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılında eğitimde dinselleşme pratikleri hız kazanmış ve çeşitli uygulamalarla eğitim sisteminin laik, bilimsel ve kamusal niteliği ciddi şekilde zedelenmiştir. Okullarda çeşitli dini vakıf ve derneklerin etkinlikleri artırılarak, öğrenciler söz konusu etkinliklere yönlendirildiği görülmüştür.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) çeşitli dini vakıf ve derneklerle yaptığı protokoller, okullarda bu yapıların etkin bir şekilde faaliyet göstermesine zemin hazırlamıştır. Bu vakıf ve dernekler, özellikle “değerler eğitimi” adı altında öğrencilerin dini içeriklerle yoğun şekilde karşılaştığı etkinlikler düzenlemiştir.
Bazı okullarda bu etkinliklerin zorunlu hale getirildiği gözlemlenmiştir.
Eğitimde Ticarileşme Sonucunda Okul Masrafları Artmıştır
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında öğrenciler ve veliler, artan okul ve kırtasiye masraflarıyla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle son yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar, yüksek enflasyon ve derinleşen ekonomik kriz, eğitim giderlerini de ciddi anlamda katlamıştır.
Yüksek kayıt ücretleri ve zorunlu bağış uygulaması, kırtasiye ürünlerinin fiyatlarında yaşanan artışlar, okul kıyafetleri, servis ücretleri vb. gibi temel okul ihtiyaçlarına gelen fahiş zamlar, öğrenci ailelerin bütçelerinde büyük gedikler açmaya başlamıştır.
Bu durum, özellikle dar ve orta gelirli ailelerin eğitim masraflarını karşılamalarını zorlaştırmıştır.
Yeni Müfredat Sorunları Beraberinde Getirmiştir
2024/’25 eğitim-öğretim yılı itibarıyla “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında yeni müfredat 1., 5. ve 9. sınıflarda ilk kez kademeli olarak uygulanmaya başlanmıştır. Müfredatta yapılan değişiklikler incelendiğinde, özellikle bilimsel gerçeklerden uzak, ideolojik eğilimlerle şekillenmiş ve
öğrencilerin öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyen bazı yanlış ve yanıltıcı bilgiler karşımıza çıkmaktadır. Müfredat değişikliklerinin içeriği ile sorunlu alanları bazı dersler üzerinden açıklamak mümkündür.
Kalıcı Yaz Saati Uygulaması Eğitimi Ve Öğrencileri Olumsuz Etkilemiştir
Elektrik şirketlerinin karını arttırmak amacıyla hayata geçirilen kalıcı yaz saati uygulaması 8 yıldır sürmektedir. Kalıcı yaz saati uygulaması nedeniyle ülkenin batısında yaşayan öğrenciler gün doğmadan, zifiri karanlıkta uyanıp evden çıkmak zorunda kalmaktadır.
MESEM’ler Öğrencilerin Can Güvenliğini Tehdit Ediyor
2021 yılının aralık ayında 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Mesleki Eğitim Merkezleri’nin (MESEM) yaygınlaştırılması ve meslek lisesi öğrencilerinin işletmelerde ucuz işgücü olarak çalıştırılmasının önü açılmıştır.
Çocukların ucuz işgücü olarak kullanılarak kamu kaynaklarının sermayedarlara aktarılmasının bir yolu şeklinde tasarlanan MESEM’ler uygulamanın başladığı günden bu yana çocukları çarklarında acımasızca öğüten bir sistem haline gelmiştir.
Eğitim Emekçileri Sık Sık Okulda Şiddetin Hedefi Haline Gelmiştir
Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta, iş yerlerinde her gün karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusunun uzun süredir okullarımızı da sarmalamış olması çok sayıda eğitim ve bilim emekçisinin şiddetin hedefi haline gelmesine neden olmaktadır.
Öncelikle bilinmelidir ki okullarımızın sık sık şiddet haberleriyle gündeme gelmesinde başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere iktidarın, bürokratların ve yandaş medya kurumları ile toplumun birçok kesiminin sorumluluğu vardır. Toplumsal hayatın her aşamasında yer alan şiddet olgusu,
eğitim kurumlarını, işyerlerimizi ve öğretmenlerimizi de hedef almıştır.
MEB Tarafından “İhtiyaç Ve Norm Kadro Fazlası” Olarak Belirlenen Çok Sayıda Öğretmen Mağdur Edilmiştir!
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), tasarruf tedbirleri kapsamında, taşımalı eğitimi sınırlandırmaya yönelik kararları sonrasında öğrenci sayısı 30’un altında olan sınıfları birleştirme kararı sonrasında çok sayıda öğretmen norm fazlası durumuna düşürülmüştür.
Benzer şekilde eğitim yöneticilerinin seçmeli derslerin seçiminde açık açık yönlendirme yapması nedeniyle çok sayıda öğretmen ihtiyaç ve norm fazlası haline gelmiştir.
Sonuç
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılında ortaya çıkan tablo, eğitim sistemimizin yıllardır çözülmeyen ve giderek derinleşen yapısal sorunlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Eğitim politikalarının “piyasa” ve “din” merkezli olarak biçimlendirilmesi ve
iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerine göre biçimlendirilmesi hem öğrencilerin hem de eğitim emekçilerinin haklarını ve ihtiyaçlarını göz ardı eden bir anlayışın sonucudur. Öğrencilerin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamaması, bölgesel farklılıklar,
eğitim emekçilerinin çalışma koşulları, öğrencilerin temel eğitim ihtiyaçlarının karşılanamaması, bilimsel laiklik eğitimden uzaklaşma, bu dönemin en belirgin sorunları olarak öne çıkmıştır.
Eğitim Sen olarak, bu sorunların yalnızca günübirlik tedbirlerle değil, köklü ve kamusal eğitim politikalarının benimsenmesiyle çözülebileceğini savunuyoruz. Kamusal eğitim politikalarının odağında, bilimin ışığında, eşitlik ve laiklik temelinde bir eğitim sistemi inşa etmek yer almalıdır.
Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için
eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.
Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. Herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanabilmesi için eğitim herkesi kapsamalı, yeterli sürede verilmeli, yaşam boyu ulaşılabilmeli,
kamusal bir anlayışla parasız olmalı, içeriğinin çağdaş, bilimsel ve laik olmalı, resmi dil yanında diğer ana dillerde de yapılabilmelidir. Okullarda verilen eğitimin içerik bakımından dini esaslara göre değil, bilimsel esaslara dayalı olması, eğitimin gerçek anlamda laik ve
demokratik bir yapıda örgütlenmesi yönündeki mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.