Menu
RSS
AFAD Duyurdu: Antalya'da Deprem!

AFAD Duyurdu: Antalya'da Deprem!

Antalya'nın Kaş ilçesinde 3,9 ...

PSAKD Akdeniz Bölge Sorumlusu Arslan: Kocagöz’ün Tutuklanması AKP’nin Bir İntikam Planı Olarak Görünüyor

PSAKD Akdeniz Bölge Sorumlusu Arslan: Kocagöz’ün T…

“AKP ve onun sözünden çıkmayan...

CHP: İktidarın Demokrasi Anlayışı İşte Tam Budur; Kepez Belediye Başkanı Şok Bir Kararla Tutuklandı

CHP: İktidarın Demokrasi Anlayışı İşte Tam Budur; …

Antalya’nın Sarısu teleferik h...

Başkan Böcek: Teleferikteki 25 Kabinde 184 Vatandaşımızı Kurtarma Çalışmaları Sürüyor

Başkan Böcek: Teleferikteki 25 Kabinde 184 Vatanda…

Antalya'da 1 kişinin öldüğü 2'...

Prev Next

İşgücü piyasasına ülkenin ekonomik yapısı kadar demografik yapısı da etkide bulunmaktadır. Genç bir nüfus yapısına sahip olan Türkiye’nin gelecek on yıllardaki nüfus projeksiyonları bu yapı üzerinde etkili olarak işgücü piyasasını şekillendirecektir.

TÜİK Şubat 2014 döneminden itibaren işgücü piyasasını takip etmek için kullandığımız istatistiklerin hesaplanmasında önemli değişikliklere gitmiştir. Bu değişiklikler işgücü piyasası istatistiklerini Avrupa Birliği İstatistik Ofisi standartlarına yükseltmektedir. Bu bağlamda yapılanlar beş ana başlıkta toplanmıştır: (i) Hanehalkı İşgücü Anketi’nin referans haftasının yılın her haftasını yansıtacak şekilde değiştirilmesi (ii) buna bağlı olarak örnekleme tasarımının değiştirilmesi (iii) yeni idari bölünüşün temel alınmasıyla beraber kent/kır dağılımının değişmesi (iv) 2013 yılı nüfus projeksiyonlarının kullanılması (v) iş arama süresinin üç aydan bir aya düşürülmesi. Bu değişiklikler doğrultusunda işgücü istatistiklerinde kırılmalar gözlemlenmektedir. Bu durum özellikle sektörel istihdam verilerinde büyük boyutlara ulaşmaktadır. Yeni ölçümlerin oturmasının zaman alacağı tahmin edilmektedir.

Türkiye’de ekonomi politikalarının bir yandan reel sektörü ve yatırım yoluyla büyüme gereğini ihmal ettiği, diğer yandan da reel sektörde verimli ve düzgün istihdam yaratmanın kanun, politika ve uygulamaları ile adeta cezalandırıldığı görülmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye özellikle son 10 yıldır büyüme hedeflerini önemli ölçüde yabancı sermayeye, dolayısıyla ithalata dayalı yatırımlara ve tüketime bağlamıştır. İthalatla ve dış kaynağa dayalı büyümeye çalışan Türkiye’nin kambiyo rejimi ile birlikte yabancı sermaye mevzuatının da hızla serbestleştirmesiyle dış kaynaklar, sabit sermaye ve üretim yerine, kısa vadeli portföy yatırımlarına yönelerek sıcak para halini almıştır. Böylece kısa vadeli yabancı sermaye girişine bağlı büyüme ile istihdam arasındaki nedensellik ilişkisi giderek ortadan kalkmıştır.

İstikrarsız ve dalgalanmalara bağlı büyüme kalıcı bir istihdam yaratamamıştır. Türkiye bu haliyle Dünya Bankası raporlarına büyüyen ama istihdam yaratmayan bir ekonomi olarak geçmiştir. Türkiye 2001 krizinden günümüze kadar etkileyici bir büyüme trendi gerçekleştirilmiştir. Bu büyüme enflasyonun düşürülmesini, kamu harcamalarının iyileştirilmesi ve ihracat ile doğrudan yabancı yatırımların arttırılmasını sağlayan bir dizi reformla desteklenmiştir. Ancak, istihdam yaratma süreci nispeten düşük kalmış olup, bu durum büyümeden sağlanan faydaların toplum kesimlerine dağılımını sınırlandırırken, reformların devamı için gerekli desteğin ise azalmasına neden olmuştur. Bu süreçte istihdam arttırıcı önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunun için de işgücü piyasasında bir takım yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi ve bu dönüşümleri destekleyici makroekonomik istikrar gereklidir. Bunun yanında ekonomik büyümenin istihdam artışı sağlayabilmesi için fiziksel yatırımlarda bir artış olması gerekmektedir. Emek piyasasında mobilitenin sağlanmış, bilgi akışının tam olması gerekir. Yani şeffaf bir emek piyasasının varlığı ve bu piyasanın desteklenmesi gerekmektedir.

Ancak hem kamu hem de özel kesim için verimlilik artışlarının kaynaklarına inildiği zaman, kamu kesimi için imalat sanayinde çalışanların sayısı 2000 yılından itibaren sürekli azalmaktadır. Aslında kamu kesimi için verimlilik artışı üretime yeni yatırım ve buna bağlı olarak teknolojik gelişmeye dayalı sağlıklı bir verimlilik artışı olmaktan çok daha az işçi çalıştırıldığı için kişi başına katma değerin dağa yüksek göründüğü bir artıştır. Özel sektör açısından yorumlarsak, burada üretim artışının daha güçlü olduğu, fakat reel ücretlerdeki baskının ise daha fazla gözlendiği görülecektir. 2012 yılı için %12,6, 2013 yılı için %110 ve 2014 yılı için512,3 olan üretim artışının bu yıllar için sadece %2,3, %3,1 ve %3,4 oranlarında istihdam yaratabilmiştir. Özel imalat sanayinde çalışan işçi başına indeks 2012 yılı için yüzde 90,3 iken 2013 yılı için 87,0 2014 yılı için 91,2 olarak kaydedilmektedir. Buna karşılık çalışılan saat endeksinde artış sürerken özel imalat sanayi için üretim endeksi 2014 yılı ilk üç çeyreğinde yüzde 130,7’ye yükselmesi, birim üretim başına daha az sayıda işçinin daha fazla çalışmış olmasından kaynaklanır.

İmalat sanayi genelinde çalışılan saat başına verimlilik 2013 yılında yüzde 5,2 oranında artmıştır. Bu dönemde, özel imalat sanayinde çalışılan saat başına verimlilik ise 4,8 oranında artış gösterirken, çalışılan sayısının önemli ölçüde azalmasına bağlı olarak kamu sektöründe yüzde 11,3 olarak gerçekleşmiştir. Özel imalat sanayinde görülen verimlilik artışı hem üretim artışından hem de çalışılan saatteki düşüşten kaynaklanmıştır. Verimlilik artışı reel ücret artışından yüksek olmuştur(TÜSİAD 10:2013). Son yıllardaki eğilime bakıldığında istihdam yaratmayan bir büyüme eğilimi gözükmektedir. Bu tip verimlilik sürdürülemez, çünkü gerçek verimliliğin zenginlik ve refah yaratması gerekmektedir. Oysa Türkiye’de işsizlik azalmamakta, gelir dağılımı daha da bozulmakta, üretim potansiyeli yerinde saymaktadır. Giderek artan işsizliğin yaratabileceği sosyal problemler büyümeyi engelleyebilir. İyi büyüme; hızlı büyümeyi beşeri gelişmeye dönüştürmektir.

Sonuç olarak, beş yıllık dönem boyunca sanayi sektörü daha yüksek bir büyüme oranına ulaşmayı daha az işçiyi daha fazla çalıştırıp daha az reel ücret ödeyerek başarmıştır. Bu üretim artışı işgücü verimliliğindeki artışla sağlanırken, işgücü maliyetleri sürekli baskı altında tutulmuştur. Dolayısıyla ekonomik büyümenin paylaşımından emek kesimi faydalanamamış, buna bağlı olarak toplumun reel alım güçlerinin daha da düşmüş olduğu gözlenmiştir. Görüldüğü gibi işsizlik oranlarının daha düşük düzeylere çekilmesinde ekonomik büyüme ve istihdam yaratma arasındaki ilişkinin yeniden kurulmasının önemine dikkat çekilmektedir.

Ancak, tüm göstergeler karşıt yönde bir eğilim sergilemektedir. Türkiye’de ekonomi politikalarının bir yandan reel sektörü ve yatırım yoluyla büyüme gereğini ihmal ettiği, diğer yandan da reel sektörde verimli ve düzgün istihdam yaratmanın kanun, politika ve uygulamaları ile adeta cezalandırıldığı görülmektedir. İstihdam yaratan büyümeyi sağlayacak politikalar kamu sektörü yatırımlarının arttırılması ve beşeri sermayenin geliştirilmesi yönünde olmalıdır. Bunun için öncelikli yatırım alanları; eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmet alanları ve sanayileşme tercihleri kapsamında teknolojinin de bir parçası olacak sektörlere yatırım yapmaktır. Bu politika önerisi aslında emek piyasasının arz yönüne değil talep yönüne vurgu yapmaktadır. Ücret politikası da bir maliyet unsuru olarak görülmemeli ve ücret artışları verimlilikle birlikte gitmelidir.

Bunun yanında büyümenin istihdam yaratamamasının nedenlerinden birisi de tarım sektöründe yaşanan çözülmelerdir. Tarım sektöründe çalışan işgücünün niteliksiz olması, söz konusu işgücünün sanayi ve hizmetler sektörüne adaptasyonunu zorlaştırmaktadır. Bu da işsizliğin daha da artmasına neden olmaktadır. Bunun için yaratılan ekonomik büyümenin istihdam artışı sağlayabilmesi için fiziksel yatırımlarda bir artış olması gerekmektedir. Yatırımların seyri üretken yatırımlara doğru olmalıdır. Bunun yaratacağı rekabet avantajı da büyümeye ve istihdama önemli katkılar sağlayacaktır.

0
Paylaşım