Menu
RSS

“Kamuda taşeron işçi çalıştırılması akıl, mantık ve bilim dışı bir uygulamadır”

  • Yazan 
“Kamuda taşeron işçi çalıştırılması akıl, mantık ve bilim dışı bir uygulamadır”

Asgari ücret, işçi ölümleri, taşeronlaştırma derken ülkemizde son dönemin en çok konuşulan konusu işçiler ve çalışma koşulları oldu.Bunun için bu sayımızda işçi sendikalarının bu konulardaki görüşlerini sizlere aktarmak istedik ve bu yüzden Belediye İş Sendikası Antalya Şube Başkanı Kemal Çavuşoğlu ile sohbet ettik.İşçiler ve çalışma hayatı ile ilgili görüşlerin anlatıldığı bu röportajı ilgiyle okuyacağınızı umuyorum.

-Hükümetin çalışma yaşamı ile ilgili icraatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emeğin kazanılmış haklarına yönelik saldırıların, işsizliğin, yoksulluğun arttığı, çalışma hayatında kuralsız, güvencesiz, esnek çalışma biçimlerinin ve taşeronlaşmanın hâkim kılınmaya çalışıldığı, sendikal hak ihlallerinin, düşünce özgürlüğünü yok etmeye yönelik girişimlerin arttığı bir dönemden geçiyoruz.

Sermaye, uyguladığı neo-liberal ekonomik politikalarla; tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de emekçilerin hak ve özgürlüklerini, emeğin sosyal ve ekonomik kazanımlarını yok etmeye çalışıyor.

Kamuya kaynak yaratan, kamunun elindeki en değerli işletmeler, özelleştirme adı altında talan edilirken, kamudaki sendikal örgütlülük zayıflatıldı.  Buda yetmezmiş gibi, ithalata dayalı büyüme modeli bir yandan ekonomik kırılganlığı arttırıp, ülke ekonomisini risk ve krizlere açık hale getirirken, öte yandan yerli üreticileri rekabet dışına itti. Vatandaşın en temel hakkı olan sağlık ve eğitim hizmetleri, temel yurttaşlık hakkı olmaktan çıkarıldı, hizmete ve kaliteye erişim, ancak parayla mümkün hale getirildi.

Çalışma yasaları, çalışanı, sosyal açıdan zayıf olanı ve işsizi korumak felsefesinden arındırılarak; işçiyi, emekçiyi piyasa koşullarında alınıp satılabilen bir meta haline getirdi. Gelir seviyesinin düşmesi, sosyal adaletsizlik, yoksulluk ve işsizlik sorununun giderek daha ürkütücü boyutta derinleşmesi, sosyal dokuyu tahrip etmekte, gençler geleceklerinden umutsuz bir şekilde, işsizlik ve mesleksizlik sorunuyla boğuşmaktadır. Bugün işçilerin işsiz kaldıkları dönemde yetersiz ve geçici süre de olsa onların en temel ihtiyacını karşılaması gereken İşsizlik Fonu, kuruluş amaç ve felsefesine uygun bir hizmet vermemektedir. 5 Ay 29 gün, mevsimlik vb. geçici statüde çalışan ve bu günkü mevzuatla hiçbir şekilde işsizlik ödeneği alması mümkün olmayan çalışanlardan işsizlik ödeneği kesilmektedir. Emeklilerimiz sefalet koşullarında yaşamaktadır ve emeklilik maaşları da adaletsizdir.

Vergi sistemi adaletsizdir. Yılbaşından itibaren 11 bin liraya kadar yüzde 15 olarak uygulanan vergi oranının ilerleyen aylarda yüzde 20-27 Aralığına yükselmesi, ücret seviyelerine göre değişmekle birlikte yıl içerisinde net ücretlerde azalmalara neden olmaktadır. Gelir ve kazanç üzerinden alınan verginin yaklaşık üçte ikisi ücretliler tarafından ödenmektedir. Kazanandan kazancına göre adil bir vergi almak yerine, vergi gelirleri ağırlıklı olarak emekçilerden alınan dolaylı vergilerden elde edilmektedir. Vergi sisteminin adaletsizliği nedeniyle, bağıtlanan toplu iş sözleşmesiyle belirlenen net artışın çoğu vergi ödemesine gitmektedir. Ücretler reel olarak gerilemekte, gelir dağılımı daha da adaletsizleşmektedir.

Sendikalaşma önündeki engeller tüm ağırlığıyla sürmektedir. Sendikal örgütlenmenin önündeki en önemli engellerden biri, gerçek anlamda bir iş güvencesinin olmamasıdır. Bir yandan emek sömürüsü alabildiğine artarken, bir yandan da anayasal ve yasal haklarını kullanıp sendikalaşma-örgütlenme çabası içinde olan emekçilere müthiş bir kıyım uygulanmaktadır.

İktidarın tüm söylemlerine rağmen bugün hala emekçilerin özgürce örgütlenmesinin önünde onlarca engel bulunmakta, Anayasal sendika seçme hürriyeti; baskıyla, tehditle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Ülkemizde, kamu otoritesinin tarafsızlığı ve hukuka uygun davranma sorumluluğu, ayaklar altına alınmaktadır. İktidar, özgür ve bağımsız sendikal yapıları yandaşlaştırmak için sistematik bir operasyon yürütmektedir. TÜRK-İŞ yönetimi, bu düzene biat etmekte, emeğe ve emekçilerin haklarına yönelik en ciddi saldırılar karşısında bile sessiz ve tepkisiz kalmaktadır.

Hükümet, 2015-2017 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Plan’da, özel istihdam bürolarına geçici iş sözleşmesi yapma hakkını yasalaştırmayı hedeflemektedir. Bu durum, yeni esnek çalışma biçimlerini gündeme getirerek emeğin değerini ucuzlatacak, ücretli kölelik yolundaki en tehlikeli girişimdir. Emekçilerin kazanımlarına yönelik en ciddi tehditlerden biri de, Hükümetin kıdem tazminatını bir fona dönüştürme girişimidir.

Çalışanların hak ve özgürlüklerini güvence altına alan uluslararası normlar ısrarla uygulanmamakta, gerekli yasal düzenlemeler yapılmamaktadır.

Ülkemizde giderek yaygınlaşan iş cinayetleri; yoğun sömürüye dayanan ucuz, güvencesiz, örgütsüz ve kuralsız çalışmaların bir sonucudur. İş cinayetlerinden birinci derece sorumlu olan yetkililer önlem almak, görevlerini yerine getirmek yerine mazeretlerin arkasına saklanmaktadır.

Bugün ülkemizde örgütlenme ve toplu sözleşmelerin önündeki her türlü fiili ve yasal engeller aşılarak, bedel ödenerek, taşeron işyerlerinde yapılan toplu iş sözleşmeleri; değişik gerekçeler ve engellemeler nedeniyle uygulanmamaktadır. Taşeron sistemini ortadan kaldırması gereken Hükümet, “taşeron işçilik sorununu çözüyoruz” iddialarıyla, hem emekçileri, hem de halkımızı yanlış bilgilendirerek, onların umut ve beklentilerini istismar etmektedir.

12 Eylül Anayasası, yıllar içinde uğradığı tüm değişikliklere karşın, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal bir nitelik kazanamamıştır.

İktidarın; hak ve özgürlükleri, hukuk ve adaleti yok sayan, muhalif siyasi çevrelerden gazetecilere, aydınlardan öğretim üyelerine, çevre örgütlerinden öğrencilere ve sendikacılara kadar uzanan geniş bir yelpazede uyguladığı anti-demokratik, yasakçı politikalar, ülkeyi korku imparatorluğuna dönüştürmüştür. Yasayı yapanların, kendi yaptıkları yasaya uymamaları, ısmarlama adalet talepleri, adalete olan inancı yok etmektedir.

Örgütlenme, toplantı ve ifade özgürlükleri kısıtlanmakta, grevler erteleme adı altında yasaklanmakta, hakkını arayan işçi bozguncu; özgürlüklerine sahip çıkan gençler ise terörist ilan edilmektedir. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü demokratik ilkelere aykırı bir şekilde ciddi bir baskı altında tutulmakta, internet üzerinden getirilmeye çalışılan yeni kısıtlamalarla haberleşme ve iletişim özgürlüğüne de darbe vurulmaktadır.

Bu girişimler, ülkemizde ağır bir demokrasi ve insan hakları sorunu yaşandığının açık göstergesidir.

Asgari ücret sefalet ücretidir.

-Hükümetin belirlediği asgari ücreti nasıl değerlendiriyorsunuz?

1 Kasım tarihli Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlanan 2015 Programı’nın 69’ncu sayfasında “Asgari ücretin 2015 yılı Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında” artırılması öngörülüyor.  Programa göre “Devredilen SSK ve Devredilen Bağ Kur emekli aylıklarının ise önceki altı aylık enflasyon tahminine göre Ocak ve Temmuz aylarında sırasıyla yüzde 3,45 ve yüzde 3,63 oranında artırılması öngörülmüştür.

Kamu görevlileriyle yapılan toplu sözleşme hükümlerine göre memur maaşları ve memur emekli aylıklarının 2015 yılının Ocak ayında yüzde 3 ve oluşacağı tahmin edilen yüzde 0,63’lük enflasyon farkı nedeniyle Temmuz ayında yüzde 3,63 oranında artırılması öngörülmüştür.” Bunun rakamsal ifadesi şudur. Yılda iki kez belirlenen asgari ücret 2014 yılında yüzde 5,5 ve 5,3 olarak belirlenmiş; ilk yarıda neti 846 TL, ikinci yarıda ise neti 891 TL olarak gerçekleşmişti. Öngörüldüğü gibi uygulanırsa, net asgari ücret 2015’in ilk yarısında 949. TL, ikinci yarısı için 1000. TL, olarak uygulanacak. Tam bir sefalet ücreti.

Kamuda taşeron işçi çalıştırılması akıl, mantık ve bilim dışı bir uygulamadır.

-Ülkemizde hemen her işkolunda yoğun bir taşeronlaştırılma var. Taşeronlaştırma ve kamuda taşeron çalıştırılması doğru mudur?

Ülkemizde siyasetçiler emekçilerin kıdem tazminatı hakkına ilişkin bilinçli bir çarpıtmayı sık sık kullanıyor. Onlara göre taşeron işçilerin kıdem tazminat hakkı sanki yokmuş, izin hakkı ve ücretin düzenli ödenmesi hakkı yokmuş gibi değerlendirmelerde bulunup torba yasalarla taşeron işçisine bu hakları vereceklerini söylüyorlar. Oysa taşeron işçilerin kıdem tazminatı hakkı da, izin hakkı da, ücretini düzenli alma hakkı da mevcut yasal düzenlemede vardır. Sorun yasaları uygulanmasında, sorun yasaların arkasından dolanarak emekçilerin örgütsüzlüğünden ekonomik anlamda zayıf olmalarından yararlanan işverenlerin denetlenmemesinde. Sorun kanuna karşı hile yaparak; işçinin kıdem, ücret ve izin haklarını vermeyen işverenlerin caydırması gereken cezaların yeterince caydırıcı olmamasındadır. Sorun ağır işleyen adaletin emekçiler açısından daha da ağır işlemesinde.

Sorun örgütlenmenin ve özgür sendikacılık yapmanın önündeki engellerde.

Mevcut yasalarımızda iş kanunu tabi olarak çalışan her işçi, eğer kanunun öngördüğü şartları yerine getiriyorsa kıdem tazminatına hak kazanır. Yine yürürlükteki kanunlarımıza göre kıdem tazminatının ödenmesinde, hem taşeron işvereni hem de ana işveren birlikte sorumludur.

Bu açıdan baktığımızda da 6552 sayılı yeni torba yasa taşeron işçiler açısından taşeronla üç yıllık sözleşme yapma imkânı dışında çok da yeni bir hak getirmiyor. Üstelikte bu işçinin üç yıl kesintisiz çalışacağı bir iş güvencesi anlamına da gelmiyor. İdarenin sözleşmeyi üç yıl yapacağı anlamına geliyor.

Torba Yasa, işçilerin İş Kanunu’ndan kaynaklanan, işverenlerin yasaya rağmen vermediği hakların, torba yasa aracılığıyla bir kez daha tekrarlanmasıdır. Torba yasa taşeron işçilerin ve sendikaların taleplerini bastırmaya yönelik birkaç ufak tefek iyileştirmeden ibaret pansuman tedbirleridir. Çözüm taşeron sisteminin tamamen kaldırılmasıdır. Kamuda taşeron işçi çalıştırılması akıl, mantık ve bilim dışı bir uygulamadır.

Taşeron sistemi tam anlamıyla bir köle ticaretidir

Hal böyleyken, taşeron sistemi tam anlamıyla bir köle ticaretine dönüşmüşken, kamuya yük getirmekten başka bir anlamı olmayan, kamu kaynaklarının taşeron şirket patronlarına aktarılmasının akılla, mantıkla, bilimle ve hukukla nasıl bir izahı var mıdır?

Köle ticareti yapılarak, kamuda taşeron işçi çalıştırılmasında nasıl bir kamu yararı vardır? Amaç bellidir, kamu kaynaklarının yandaş taşeronlara aktartılmasıdır. Kamuda taşeron işçi çalıştırılması sadece işçilere değil, kamuya da zarardır. Kamu kaynaklarının kötüye kullanılmasıdır.

Torba yasa ile yapılan taşeron sistemin deliklerinin tıkanması tüm yükün özel sektör işvereninden alınıp kamunun sırtına yüklenmesidir.

Torba yasa ile İş Yasası’nın 36. maddesinde yapılan değişiklikle “İşverenler, alt işverene iş vermeleri hâlinde, bunların işçilerinin ücretlerinin ödenip ödenmediğini işçinin başvurusu üzerine veya aylık olarak resen kontrol etmekle ve varsa ödenmeyen ücretleri hak edişlerinden keserek işçilerin banka hesabına yatırmakla yükümlüdür” hükmü eklenmiştir.

Yasayla getirilen yeni düzenlemeler asıl işverenlere detaylı olarak taşeron işçilerinin tüm ödemelerini takip etme sorumluluğunu yüklüyor. Taşeron işçilerin ücretleri, fazla mesaileri zamanında ödenmiyorsa, işi veren asıl işverenler, ödenmeyen ücretler için taşeron işverenin hak edişinden kesinti yaparak ücret ödemelerini yapabilecekler. Uygulamada Torba yasa öncesinde de bu kural vardı, ne var ki işin içerisine mahkeme süreçleri giriyordu. Bu düzenleme birçok düzenleme gibi kâğıt üzerinde iyi olan, uygulamada ve uygulamanın denetiminde ciddi sorunlar yaşanan bir düzenlemedir.

Asıl işverenin sorumlulukları sadece ücretle sınırlı değil. Yeni düzenlemelere göre, alt işverenin işçilerinin yıllık izinlerini yasaya uygun şekilde kullandırıldığını da kontrol etmek asıl işverenin sorumluluğunda. Uygulamada genellikle taşeron işçileri 10 ay – 11 ay gibi sürelerle çalıştırıldıkları için hiçbir zaman yıllık ücretli izin hakkına ulaşamıyorlardı. Yasaya göre, bundan böyle yıllık izin belirlenirken işçinin çalışma süresi taşerondaki çalışma süresine göre değil, asıl işverenin işyerlerindeki kıdeme göre hesap edilecek. Yani bir işçi, farklı taşeron şirketlerde farklı sürelerle çalışmış olsa bile, bütün bu çalışmalarını aynı asıl işverenin işyerinde gerçekleştirmişse yıllık izin hesap edilirken, çalışılan tüm süreler birleştirilecek ve bu sürenin karşılığı olan izin süresine hak kazanılacak.

Kamuda çalışan taşeron işçilerle ilgili diğer düzenlemelerden biri kıdem tazminatına ilişkindir.

Kamudan iş alan taşeronları denetleyemeyen Hükümet, işverenleri üzmek yerine kıdem tazminatından doğan olası yükleri tümüyle devlete yüklemiştir. İş sözleşmeleri kıdem tazminatı hak edecek şekilde sona eren taşeron işçilerin kıdem tazminatlarını kamu kurumları ödeyecek. Ancak kıdem tazminatının garanti edilmesi sadece kamuyla sınırlı olacak, özel sektör işverenlerinin “müteselsil sorumlulukları” eskisi gibi devam ediyor. Özel sektörde iş alan taşeron işveren, işçisinin kıdem tazminatını ödemezse, ancak mahkeme kararıyla asıl işverenden tazminat istenecek.

Torba yasa ile taşeron (alt işveren) işçilerinin toplu iş sözleşmeleriyle ilgili de düzenleme yapılmıştır. Kamudaki taşeron işçilerin toplu iş sözleşmeleri, alt işverenin yetkilendirmesi koşuluyla kamu işveren sendikaları tarafından yürütülüp sonuçlandırılacaktır. Eğer böyle bir toplu sözleşme imzalanırsa ilgili kamu kurumu alt işverene toplusözleşmenin getirmiş olduğu bedel artışı yani toplusözleşmeden kaynaklanan işçilik maliyet farkı kadar fiyat farkı ödeyecek.

Torba yasanın 14. maddesi ile “sürekli nitelikte olanlara ilişkin hizmet alımlarında, yüklenme süresi üç yıl olup, işin niteliğinden veya süresinden kaynaklanan zorunlu hâllerde bu süre gerekçesi gösterilmek şartıyla üst yöneticinin onayıyla kısaltılabilir” hükmü getirilmiştir. Böylece kamuda hizmet alım sözleşmelerinin süresi kural olarak üç yıla çıkarılmıştır. Üç yıldan kısa taşeron sözleşmeleri istisna olacaktır.

Kamuda hizmet alımı adı altında kiralık işçi çalıştırılması kanuna karşı hiledir.

Kamuda hizmet alımı adı altında kiralık işçi çalıştırılmasının tamamen muvazaalı (hileli) ve kamu yararı olmayan bir uygulama olduğu biliniyor. “Yeterli nitelikte ve sayıda” personel olmaması gibi anlamsız bir gerekçeye dayalı olan kamu hizmet alımı sözleşmeleri tümüyle iş hukukuna aykırı uygulamalardır. Kamu yıllar yılı aynı taşeron işçileri asıl ve sürekli işlerde aralıksız bir biçimde çalıştırmaktadır. Her yıl yapılan ihalelerle işçileri kiralayan şirket bazen değişmekte ancak işçiler aynı kalmaktadır. Bu taşeron işçiler kamu hizmeti üretmektedir. Bu işçilerin çalışma düzeni kamu idaresi tarafından oluşturulmakta, sevk ve idare kamu idaresine ait olmaktadır. Ortada alt işveren yoktur. Alt işverenin çoğu zaman taşeron işçilerle fiilen ilişkisi yoktur. Tek ilişki kamudan aldıkları parayı işçilerin hesabına transfer etmektir. Alt işveren sadece bu transfer işlemini yaparak, işçi ticareti yapmakta ve havadan para kazanmaktadır. Yeni torba yasa taşeron işverenin elini biraz daha rahatlatıp, kamu işverenine daha net yükümlülükler getirilmiştir. İşçilerin ücretlerinin yatırılıp yatırılmadığı ve izinlerinin kullandırılıp kullandırılmadığı kamu işvereni tarafından denetlenecektir.

Çözümü bir kez dada tekrarlamak gerekirse, kamuda taşeron işçinin sırtından birtakım kişileri kazandırmaya son verilip, taşeron işçileri kamu işçisi haline getirilmelidir.

İş güvenliği için öncelikli Şart; güçlü ve etkin bir sendikal örgütlenmedir.

-İşçi ölümlerinin yoğunlaşması karşısında hükümetin yeterince bu konuya eğilmediği muhalefet ve işçi sendikaları tarafından eleştirilmekte. İş güvenliğinin ülkemizdeki durumu nedir sizce?

Plansızlık, denetimsizlik ve bilimi inkâr Soma’nın ardından, Ermenek’te can almaya devam etti. Güvencesiz, sendikasız çalışmanın simgesi haline gelmiş madencilik sektöründe işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının geldiği nokta bir kez daha kendisini bütün çıplaklığı ile ortaya koydu.

Ermenek’te Has Şekerler Madencilik Şirketi’ne ait linyit Ocağı 28 Ekim 2014’te işçilerin öğle molası sırasında eski kullanılmayan ocakta biriken su baskın sonucu 18 işçi mahsur kaldı. Uzun çalışmalar sonucu 18 İşçi kardeşimizin cesetleri madenden çıkartıldı.  Oysa Soma’da yaşanan ve 301 maden emekçisinin hayatını yitirmesine yol açan iş cinayetinden ders çıkarılmış ve yaşanan sorunların çözümü konusunda bilim insanlarıyla birlikte o alanda faaliyet yürüten sendikalar ve meslek örgütlerinin katkısı alınmış olsaydı, bugün 18 maden emekçisi aramızda olacaktı.

Tedavi için gerçekçi teşhis şarttır. Bugün ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Bu çökmüş sistemin hiç bir işe yaramayan mevzuatında göstermelik düzenlemeler yaparak işi geçiştirmeye çalışan, taşeron ve güvencesiz çalışma ilişkilerine tek laf etmeyen bütün kesimler bu cinayetlerin baş sorumlularıdır.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Soma ve Ermenek iş cinayetleri ardından bir kez daha sendika ve meslek örgütlerinin fikirlerini almadan Maden Yasası’nda değişiklik için tasarı taslağı hazırladı.

Madenlerde işletme faaliyetleri de denetim de özelleştiriliyor...

Taslağa göre; madenlerde işletme faaliyetlerinin denetimi de “özelleştiriliyor.” İşletme projesinin uygulanması ve faaliyetler Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne sunulacak. Projeye aykırı faaliyetlerin işletme açısından tehlike oluşturması halinde yetkilendirilmiş tüzel kişiler tarafından faaliyet durdurulacak 3 gün içinde Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne, Çalışma Bakanlığı’na ve valiliğe bildirilecek.

Taslağa göre, teknik nezaretçiler yerine daimi nezaretçiler istihdam edilecek. Madencilik faaliyetlerinden doğacak sorumluluklar rödovansçıya ait olacak. Ancak bu durum ruhsat sahibinin sorumluluklarını ortadan kaldırmayacak. Kamuda rödovans yani taşeron sistemi aynen devam edecek.

Yüksek risk taşıyan, kuralsız ve denetimsiz çalışan, mühendislik bilim ve tekniğinden uzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmaksızın, tamamen ilkel koşullarda çalışan madencilik sektöründe, pek çok maden firması ya taşeron ya da rödovans ilişkileri içinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açısından iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları tamamen maliyet kalemi olarak görülmektedir. Maden firmaları maksimum karı elde etmek için en hızlı ve en acımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler. Sorunun temeli taşeronlaştırma, rödovans gibi güvencesiz çalışma ilişkileridir.

Bakanlığın hazırladığı taslakla denetimin özelleştirildiği, rödevans sistemi adı altında taşeronlaştırmanın yaygınlaştırıldığı bir anlayışla iş cinayetleri önlenemez. Yapılması gereken açıktır. Sendikal örgütlenmelerin önündeki engeller kaldırılmalıdır. İş Sağlığı Ve İş Güvenliği Kanunu sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversitelerin katılımıyla gözden geçirilmelidir.

İş güvenliği için öncelikli Şart; güçlü ve etkin bir sendikal örgütlenmedir.

Başbakan tarafından açıklanan iş güvenliği önlemler paketi de sorunu çözmekten uzak, paket ne iş güvenliğini sağlayabilir ne de iş cinayetlerini engelleyebilir. Türkiye’de iş cinayetlerini tek boyutlu olarak işçi ve işverenlerin eğitimsizliğine bağlayan her çözüm çıkmaz sokaktır. Diğer yandan iş güvenliği önlemler paketinde gündeme getirilen önerilerin bir kısmı yasada olmasına rağmen uygulanmayan ya da denetimi yapılmayan düzenlemeler. Örneğin tehlikeli işlerde çalışan işçilere yönelik mesleki yeterlilik belgesi 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nda var olan emredici bir düzenlemedir, ancak denetim yapılmadığı için tam anlamıyla uygulanmamaktadır. Ya da 6331 sayılı Standartlara uygun iş güvenliği donanımı sağlamayan işverene idari para cezası yasada vardır. Ancak tıpkı Soma’da 301 maden emekçisinin katledildiği cinayette olduğu gibi işçilere standartlara uygun olmayan gaz maskeleri verilmiş ancak işveren denetlenmediği için insanlarımız göz göre göre öldürülmüştür.

İş güvenliği önlemler paketinde çözüm olarak gündeme getirilen denetimin özelleştirilmesi girişimi de tamamen fiyaskodur. Çünkü iş güvenliği denetimi bağımsız bir yapıya kavuşmadıkça sağlıklı denetim yapmak mümkün değildir. İşverenin parası ödediği kişilerin o işvereni etkin biçimde denetlemesi mümkün değildir. Yapılması gereken mevzuat uygun olan bağımsız denetimin ciddi bir şekilde uygulanmasıdır.

Başbakanın açıkladığı paketteki iş kazası olmayan yerlere ödül verilmesi iş cinayetlerini önlemez. Bunun anlamı şudur eğer bir işyerinde ölümlü olmayan iş kazaları olursa işveren bunları işçiye baskı yaparak saklama yoluna gidebilir. Diğer yandan sadece yasaya uyduğu için bir işverenin ödüllendirilmesi ise açıkça hakkaniyete aykırıdır. Ayrıca şunu sormak gerekir neden hükümetin aklına bir yerden bir yere para aktarma meselesi gündeme gelince ilk aklına işsizlik sigortası gelmektedir. GAP’a yatırım yapılacak, işsizlik sigortası fonundan borçlan. Hükümet Fon’a bu parayı ne zaman ödenecek ilerde, yani belirsiz bir tarihte.

Neden işveren Kanuna uyduğu için, işsizlik sigortası işveren payından bir puanlık düşüş yapılıyor? Böyle bir yaklaşımın sonu yoktur önce Fon hükümetin her canı istediğinde elini daldıracağı bir kese olmadığı gibi, böyle bir ödüllendirme yaklaşımı başka talepleri de beraberinde getirebilir. Örneğin, milyonlarca işçi ve memur vergi kaçırmadığı, düzenli vergi ödediği için ödüllendirilmeyi talep edebilir.

Başbakanın açıkladığı pakette “kimse üretim zorlamasında bulunamayacak” ifadesi pratikte hiçbir karşılığı olamayan bir temenniden ibarettir. Eğer Başbakan bu konuda gerçekten samimiyse sendikalaşma önündeki engelleri kaldırarak, sendikaların denetimiyle hem iş sağlığı hem de işçinin üretim için yasadışı bir şekilde zorlanmasının önüne geçebilir.

Kuşkusuz Başbakan’ın açıkladığı pakette bazı olumlu noktalarda var, ancak sorunun can yakıcılığı karşısında o kadar etkisiz kalıyor ki; örneğin

Pakette hiç mi olumlu düzenleme yok? Elbette var: İdari para cezalarının artırılması olumlu bir adımdır. Acil durum plan ve tatbikatlarının yılda bir yerine altı ayda bir yapılması bu olumlu ancak bunun sonuç vermesi denetlendiği takdirde bile yılları alacak bir süreç gerektiriyor. Her gün üçer beşer emekçilerin iş cinayetlerine kurban gittiği bir ülkede bu tatbikatlar ölümleri ne zaman engelleyecek.

Sorun taşeron sisteminin kendisidir. Çalışma hayatının esnekleştirilmesi, kamunun tasfiyesi ve iş denetiminin özelleştirilmesine, son vermedikçe, güçlü ve etkin bir sendikal örgütlenme olmadıkça bu önlemler kâğıt üzerinde kalacaktır.

yukarı çık
0
Paylaşım