HKP Antalya İl Örgütü: Bir Bebeğin Annesinin Kokusunu Duyduğu, Mutlu Yaşamı Kuracağız
- Yazan Kaktus Haber
HKP Antalya İl Örgütü 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada
“Önce şu güzelim vatanımızı sonra tüm dünyayı insanın insanı sömürmediği bir toplum haline getireceğiz. Hem de her nerede ne koşulda olursak olalım. Bir bebeğin annesinin kokusunu duyduğu, gözlerine baktığında hissettiği güvenli, huzurlu, mutlu yaşamı kuracağız.
Kurtuluş Partili Kadınlar olarak andımızdır” dedi.
HKP Antalya İl Örgütü tarafından yapılan yazılı açıklamada şunlar anlatıldı:
“Bugün 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü...
Önce Şu Güzelim Vatanımızı Sonra Tüm Dünyayı İnsanın İnsanı Sömürmediği Bir Toplum Haline Getireceğiz
Bugün 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü...
25 Kasım; dünyanın başhaydudu ABD Emperyalizminin, Dominik Cumhuriyeti’nde 1960 yılında Faşist General Trujillo öncülüğünde tezgâhladığı faşist darbeye karşı mücadele veren 3 kız kardeş, Mirabal Kardeşler’in askerlerce önce tecavüz edilip sonra da vahşice öldürülmesinin yıldönümüdür.
Yani devrimci mücadelede şehit düşen 3 kadının nezdinde emperyalizme karşı verilen mücadeleyi görmeliyiz 25 Kasım’da.
Sayısı bir avucu geçmeyen ezen sınıfın, sömürgen sınıfın, milyonlarca ezilen-sömürülen halka uyguladığı ama en çok da ona öncülük eden devrimcilere uyguladığı zulmün içinde bir kat daha fazla eziyete maruz kalan kadınların, kadın devrimcilerin onurlu duruşunu görmeliyiz 25 Kasım’larda.
Pekiyi o halde her 25 Kasım’da ne için mücadele etmenin sözünü vermeliyiz?
İnsanlığın başdüşmanı AB-D Emperyalizmine, feodalizme ve şovenizme karşı mücadele vermenin sözünü vermeliyiz.
Günümüzde öyle mi oluyor?
Hayır ne yazık ki!
Emperyalizm, her katilin suç mahalline bir süre sonra geri döndüğü gibi dönüyor. Latin Amerika’daki sömürge ve yarı sömürgeciliğe başkaldırarak antiemperyalist-antişovenist-antifeodal mücadelenin yükselmesi karşısında sivil örümcek ağlarını atıveriyor.
Ve bu üç yiğit kadınla simgeleşen devrimci mücadelede köşe taşı olan günün içini boşaltmak için hemen örgütlerini devreye sokuyor.
İşte 1981 yılında Dominik’te devrimci kadınlarca örgütlenen Latin Amerika Kadın Kurultayı tarafından 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan ediliyor. Ama 1985 yılında emperyalist bir örgüt olan Birleşmiş Milletler de
tüm dünyada bugünü “Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul ederken mücadeleye Burjuva akım olan Feminizmi yerleştirerek içini boşaltmayı tabii ki atlamıyor.
Demek ki biz kadınlar 25 Kasım’ı mücadele günü olarak algılarken neyin mücadelesini verdiğimizi çok iyi bilmeliyiz.
Bizler biliyoruz ki yaklaşık 2 milyon yıllık insanlık tarihinde kadın sadece 10 bin yıldır eziliyor ve sömürülüyor.
İşte biz Kurtuluş Partili Kadınlar bu nedenle Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Mücadele Günü ilan edilen 25 Kasım’larda sorunun kaynağını erkek cinsiyetinde, erkeğe düşmanlıkta bulmuyoruz.
Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek demek Feodalizme, Şovenizme ve Emperyalizme karşı devrimci mücadele ederken özgürleşmek demek.
Yeniden, yeni bir toplumu inşa mücadelesi demek. Önce bir avuç azlığın tahakkümünü sona erdirmek sonra da sınıfların, ezen ve ezilenin olmadığı o kutsal toplum için mücadele etmek demek.
Ülkemizde, içinde yaşadığımız günlerde Laiklik için mücadele etmek demek.
Ortaçağcı gericiliğe karşı, feodalizm kalıntısı Tefeci-Bezirgân Sermayeye karşı mücadele etmek demek.
Yani onların iktidardaki siyasi temsilcisi AKP’giller’e karşı mücadele etmek demek.
İşte bu mücadele bizi Narin’lerin katillerine götürür.
İşte bu mücadele bize, anne-babalara, dünyaya gelişi saatler olan minnacık bebekleri, görebilecekleri en büyük eziyetle hayattan koparan dördüncü tür yaratıkların hesabını sormakta biraz olsun nefes aldırabilir.
Bu mücadele; bir ananın boğazlarına sıcak lokma sokmak için beş yavrusunu evde bırakmak zorunda kalarak hurda toplamak üzere çıktığında beşinin de evde çıkan yangında öldüğünde duyduğu acıya ortak olmamızı sağlayarak, içimizde duyduğumuz öfkeyi biraz olsun dindirebilir.
İşte bu mücadele; gözü önünde annesinin boğazını keserek katleden bir insan müsveddesinin çocukta yarattığı travmaya merhem olmamızı sağlayabilir.
İşte bu mücadele; Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de soykırım suçu işleyen, binlerce bebek, çocuk, kadını katleden İsrail’le ticaret yapan, onlara askeri ve lojistik destek sağlayan AKP’giller’i,
onların ağababası AB-D Emperyalizmini teşhir, protesto etme, lanetleme ve iktidarını yerle yeksan etme mücadelesidir.
Bu mücadele; bizi Ortaçağın karanlık dehlizlerine götürmeye çalışan, adımızı, sanımızı, sesimizi silmeye çalışan,“söz veriyoruz çarşafınızın rengine karışmayacağız” diyerek dalga geçen, tehdit eden, namaz kılmayanın öldürüleceğini, dövüleceğini itiraf ve
beyan ederek açıkça mevcut kanunları çiğneyenlerin ellerini kollarını sallayarak, ağızlarının salyalarını akıtarak serbestçe dolaşanlara karşı hıncımızı, öfkemizi biler ve bize güç verir.
İşte bu mücadele, dertlerini anlatamayan Patili canlarımıza acımasızca uygulanmakta olan Katliam Yasasına karşı savaşmak demektir.
Bu mücadele, AKP’li Cengiz Holding ve Kanadalı Şirketin Kaz Dağlarında yaptığı ağaç katliamından sonra adeta gözyaşı döken ağaçların sesi olmaktır.
Dün, “Fabrikada, işyerinde taciz ve tecavüze hayır!” diye mücadele verirken bugün kadınlar “Ev köleliğinden, yatak odası ile mutfak köleliğinden kurtulmalıdır, haydi çalışmaya!” sloganlarına geriledik.
Sayalım mı daha?
Unutmayalım İran’da, Afganistan’da kadınların en ufak isyanına karşı ilk müdahaleyi, ilk ihbarı Ahlak Polisi kadınlar yapıyor.
Fabrikalarında, İşyerlerinde işçi kadın ve erkekleri Güler Sabancı’lar sömürüyor.
Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren bombaların imzacısı Madeleine Albright, Condolleezza Rice’tı.
Uyguladığı politikalar ve ürünü 5 Nisan Kararları ile milyonlarca kadın ve erkeği işsiz bırakan Tansu Çiller’di.
Ve beş çocuğun yoksulluk evinde çıkan yangında ölmesine "Dönüp dolaşıyorsunuz her şeyi paraya bağlıyorsunuz" diyen AKP’li Özlem Zengin’di.
Tarikatlardaki çocuk tecavüzlerine “Bir kereden bir şey olmaz” diyebilen Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu idi.
Ve içmeye su bulamayan çocukların yaşadığı bir ülkede altın bataryalı mutfaklarda şükür, hamd telkini veren Emine Erdoğan’dı.
Laik Cumhuriyet’in savunucusu Kahraman Teğmen Ebru Eroğlu’na yapılan tacize ve tecavüz tehdidine sessiz kalanlar da kadınlardı. Hem de “kadına şiddete hayır” diyen kadınlar.
Bir babanın yoksulluk yüzünden çocuklarının isteklerini karşılayamadığı için eve onlar uyuduktan sonra geldiği bir ülkede, kadınların da erkeklerle beraber sömürüldüğü, şiddete uğradığı bir ülkede, kadına yönelik şiddetin çözümü
“Kadının Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir!” diyerek “Kadın Erkek Omuz Omuza Birlikte Mücadeleye!” demektir. “Kadının Kurtuluşu Devrimde, Sosyalizmde” diye mücadele etmek demektir. “Laiklik Yoksa Bilim, Özgürlük, Demokrasi Yoktur” diye haykırmaktır.
Ve mücadele etmektir. Boylu boyunca insanlığın mutluluğundan başka hiçbir çıkar gözetmeksizin kavgaya dalmaktır.
Önce şu güzelim vatanımızı sonra tüm dünyayı insanın insanı sömürmediği bir toplum haline getireceğiz. Hem de her nerede ne koşulda olursak olalım. Bir bebeğin annesinin kokusunu duyduğu, gözlerine baktığında hissettiği güvenli, huzurlu, mutlu yaşamı kuracağız.
Kurtuluş Partili Kadınlar olarak andımızdır”