Menu
RSS

'Bu Antalya'da Herkes Beni Tanıyacak!'

'Bu Antalya'da Herkes Beni Tanıyacak!'

Akşam olup dükkânlar kapanınca açık hava tezgahları kurulur. O tezgahlardan biri de Kaan Asilzağde'ye ait. 9 yaşında evden kaçıp Antalya'ya gelen Kaan, ahşaptan ürettiği lambaları satana kadar çok şey yaşamış...

Antalya’da trafiğe kapatılan caddeye kısaca “kapalı yol” diyorlar. Burası her bir malın ya da hizmetin tüketileceği büyük bir cadde; adeta bir açık hava AVM’si. Caddeyi ikiye ayıran ufak yeşillikler ve süs havuzlarının kenarındaki bankları emekliler kimseye bırakmıyor.

Birkaç adımda bir ya bir açık parfümcü ya da bir giyim mağazasından yüksek sesli ve tempolu elektronik gürültüler yükseliyor.

Hemen hemen bütün şehirlerin buna benzer bir caddesi oluyor. Bu caddeler gerçek güzelliklerini el ayak çekilince gösteriyor, gün ışığındaki alışverişin hızını akşamın sakinliği ve dört duvarı olmayan satıcılar almaya başlıyor.

Burada tezgah açanlardan biri de Kaan Asilzağde. Fakat o tüm diğerlerinin aksine kendi el emeğini sergiliyor. Kaan, 1986 yılında Sivas’ta dünyaya gelmiş; ancak memleketinde çok uzun süre yaşamamış.

Daha çocukken evden kaçıp hiç bilmediği Antalya’ya gelmiş. Çocuk şube, yurtta geçen yıllar, kötü arkadaşlıklar sonucu karıştığı olaylar nedeniyle girdiği cezaevi derken artık kendi tasarımını yaptığı ahşap lambalar yapıyor ve bunları satmaya çalışıyor.

‘Babamdan Çok Büyük Dayaklar Yedim’

“Hayatımın yarısını dışarıda geçirdim, ailemle pek zaman geçirmedim. Daha çok sokakta geçirdim,” diye söze başlıyor Asilzağde, “Zorluk çektim, çekmedim değil. Çöpten ekmek de topladım, para da dilendim,” diye devam ediyor.

Peki, neden evini bırakıp bu zor hayata atılıyor? “Benim içimde mekanik ve elektroniğe karşı bir merak var. Keşifçi bir yapım var. Bir şeyleri keşfetmem lazım. Önce bozup sonra tamir etmem lazım.

Babamdan çok büyük dayaklar yedim bu yüzden,” diyen Kaan şöyle devam ediyor:

“Almanya’dan gelen büyük bir teyp vardı. Okulda bir deney ödevimiz vardı ve farklı bir şey istediler. Herkes taş, sopa, çakıl, mürekkepli su gibi şeyler getirdi. Ben gidip teybin motorunu söktüm.

O motora ahşaptan pervane takıp ondan yelpaze yaptım. Tabii bunun büyük bir ceremesi oldu. Serinletici bir şey yaptım ama yediğim dayak pek serinletici olmadı. Kışın ortasında karın içinde yediğim o dayak… Toparlanacak gibi bozmadım çünkü.”

‘Yakalandım Ama Gitmek İstemedim’

O yediği ilk dayak olmamış ama kararı o dayakla vermiş Kaan: “Evden kaçtım buraya geldim, 9-10 yaşlarında filanım. Buraya geldiğimin ilk haftasında sahilde deniz polisi yakaladı beni.

Önce çocuk şubeye, oradan da çocuk esirgemeye götürdüler. Serüven başladı. Çocuk esirgemeden tekrar çocuk şubeye yollandım; bilet kesip Sivas’a geri gönderecekler beni. Ama orada çocuk hakları kapsamında bana da sordular: Gitmek istiyor musun? Ben de ‘şiddet görüyorum, gitmek istemiyorum’ dedim.”

‘Bir Fanus İçerisine Kapatıldığımı Düşündüm’

Yakalandığı ilk günle bu yanıtı verene kadar bir hafta zaman geçiyor. Bu bir haftada çocuk esirgeme yurdunda arkadaş ediniyor Kaan: “Yurda yerleştiğim o bir haftalık zamanda oradaki arkadaşlarım Antalya’nın her yerini gezdirdiler.

O zaman Sivas Şarkışla’da bir fanus içerisine kapatıldığımı düşündüm. Buradaki hayatın önümü açabileceğini, kendim için bir şeyler yapma imkânı verebileceğini gördüm. Çünkü orada kalan kalıyor, pek bir şey de yapamıyor.

Gelecek vaat etmiyor. O yüzden de kendim için bir şeyler yapmak istedim.”

‘Bu Antalya’da Beni Herkes Tanıyacak!’

Kaan’ın Antalya’daki hayatı böyle başlıyor. Yeniden çocuk esirgeme bünyesindeki yurda gönderilen Kaan bu kez kalıcı olarak yerleşiyor: “Ve lunaparkta bana iş buldular. İki sene lunaparkta çalıştım.

Kendimi geliştirdim, insanları, çevreyi tanımaya başladım. İnsanlar da beni tanıdılar. Ve sonra dedim ki ‘Bu Antalya’da herkes beni tanıyacak!’ Akıllarda güzel bir anı bırakacağım. Gerek sohbetimle, gerek yaptıklarımla; bir şekilde akıllarda kalacağım.

Şu an o amacıma ulaştım. Antalya’nın yüzde 80’i beni tanıyor. Kaleiçi’nin tamamı beni tanıyor, hangi mekânın önünden geçsem en az 10 kişi ile selamlaşıyorum. Saygı ve sevgi de kazandım. İnsanların benden kazandığını ben de onlardan kazandım.”

‘Adam Yaralamaktan İçeri Girdim’

Kaan Asilzağde kendini geliştirdikten sonra fotoğrafçılık yapmış, yıllarca Kaleiçi’nde barlarda çalışmış. Lakin bu gelişimi gösterene kadar pek rahat durmamış: “Sonra ben bazı hatalar yaptım ve onların cezasını çektim. İçeri girdim, çıktım.

Bir kavgaya karıştım ve birini yaraladım. İki sene kadar ceza aldım. İçerde Sivaslı biriyle tanıştım. Orada herkes hemşerisini yanına çekiyor, kolluyor, koruyor, yol gösteriyor. Elmalı’da açık cezaevindeyim.

İki yıldan az ceza aldığın takdirde iki, üç ay içerde kalıp sonra denetimli serbestlikle dışarı çıkıyorsun. Ben de öyle oldum. O amca da, Ahmet Abi, işi gücü rastgelsin, beni yanına aldı. Cezaevi müdürü ona bir tezgah vermiş.

Sebze sandıklarının köşelerini kesti, sonra suyun içine bıraktı. Ben de merakla ‘acaba ne yapıyor’ diye izliyorum. İşte kıl testeresi, maket bıçağı, zımparası filan var. mini bir tezgah atölye yani. Onlardan dekoratif şeyler yaptı Ahmet Abi.”

Kaan, bunu gördükten sonra kendindeki yeteneği yeniden hatırlıyor ve o da ahşapla bir şeyler yapmaya karar veriyor. “Sivas’ta ya saz çalarsın, ya da ahşap oyarsın. Elimiz yatkın yani,” diyor. Önce ahşaptan mumluklar yapıyor. Kolayca bunu becerdiğini görünce de farklı bir şeyler yapmayı düşünüyor.

Bir gün gördüğü ağaç gövdeleri aklına bir fikir getiriyor ve hemen bunu uyguluyor. Fakat bunu yapmak için önce ağaç gövdeleri satın almak zorunda. O nedenle gündüzleri bir atölyede iş buluyor.

Yaptığı lambaları ise akşam olunca Kapalı Yol’da kurduğu tezgahında sergiliyor. “Günü gününü tutmuyor satışların,” diyor Kaan “bazen tek bir satış bile yapamıyorum. Ama bazen de 4-5 lamba satabiliyorum.

Satışlar oturduğu takdirde daha çok ve çeşitli malzeme alabileceğim. Her şey birbirine bağlı. Tezgahımı daha renkli hale getireceğim.”

Kaan’ın bunu yapabileceği ortada. Ama sokaktan geçimini sağlayan her insan gibi onun da en büyük derdi zabıtalar: “Hemen hemen her akşam tartışıyoruz. İzin vermiyorlar.

O yüzden çok ortada duramıyorum, iki kolonun arasında kalıyorum,” diyen Kaan’la benzer şeyler satan kimse yok çevrede. Ama büfeler ya da orada dükkânı olan esnaflar da şikayet edebiliyorlarmış onu.

Nice büyük zorlukları atlatan Kaan’ın bunları da kolaylıkla atlatacağını biliyorum. Fırsat bulduğunda el becerisini daha geliştireceğini de. “Kimse bir şey almak zorunda değil ama emeğimi de hor görmesinler.

Bir şey almasalar da emeğime teşekkür edip yüzümde gülücükler açmasını saplayabilirler. Bu da çok güzel bir şey. ‘Kolay gelsin’ demek bile insanı mutlu etmeye yetiyor,” diyor Kaan.

Umarım Antalya’da onu tanımayan yüzde 20’den birileri de bu sayede Kaan’ı tanıma şansı bulurlar… (DUVAR – Fotoğraflar: Adem Erkoçak)

yukarı çık
0
Paylaşım