Menu
RSS

MHP’li Günal: İsrail ile Neden Kavga Ettik? Neden ve Nasıl Anlaşıyoruz?

MHP’li Günal: İsrail ile Neden Kavga Ettik? Neden ve Nasıl Anlaşıyoruz?

TBMM Genel Kurulu’nda araştırılmasına AKP Hükümetinin Türk dış politikasında sergilediği tutarsızlıkların ve bunların doğurduğu sonuçların araştırılmasına ilişkin verilen önerge ile İsrail’le yapılan anlaşma üzerine söz alan MHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya

Milletvekili Doç. Dr. Mehmet Günal, Türkiye’nin dış politikada yaşadığı sorunların temelinde “sıfır sorun” diyerek bütün komşularıyla “sırf sorun”lu hale gelen şahsa bağlı dış politika anlayışının yattığını, ancak dış politikanın milli çıkarlara dayalı ve devlet politikası olarak uygulanması gerektiğini söyledi.

MHP’nin “önce ülkem ve milletim diyen, çok yönlü ve milli bir dış politika anlayışını savunduğunu belirten Günal, Rusya ve İsrail gibi komşularla  ilişkilerin düzeltilmesinin olumlu olduğunu ancak ilkeli politika izlenmezse yine aynı hataya düşülebileceğini söyledi.

İsrail ile yapılan anlaşmanın içeriğinin kamuoyuna yansıtıldığı gibi olmadığını ifade eden Günal, özür, ambargonun kalkması ve tazminat şartlarından sadece birinin, yani tazminatın kısmen lütuf şeklinde anlaşmada yer aldığını ve bunun karşılığında davalardan vazgeçileceğini söyleyerek, ambargonun da devam ettiğini belirtti ve “neden kavga etmiştik, şimdi neden ve nasıl barışıyoruz? dedi.

Şahsi Değil Milli dış Politika!

Yenikapı süreciyle başlayan siyasi üsluptaki yumuşama çerçevesinde geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş’ın MHP Meclis Grubumuza yapmış olduğu ziyarette bazı bilgilendirmelerde ve birtakım konularda görüş alışverişinde bulunduk ve bu yaklaşımdan memnun olduk.

Fakat sonuç itibarıyla dış politika uygulamalarına baktığımız zaman, nereden nereye geldiğimizi de değerlendirmek gerekiyor. Çünkü AKP dış politikada “sıfır sorun” dedi ama o sıfır sorun “sırf sorun” hâline geldi.

Bütün komşularımızla şu anda sorunlu olmamızı da tartışmamız lazım. Bugün gelinen noktada, bazı yanlışların görülüyor olması olumlu ama, MHP olarak yaptığımız uyarılarda haklı çıkmış olmamız bizi sevindirmiyor.

Çünkü dış politika millî ve iç siyasetin üzerinde olması gereken bir politika tarzıdır. Şahsa bağlı hâle gelmesiyle maalesef zikzaklar, bazı aşırılıklar, ifrat tefrit meselesi fazla oluyor. Dış politikamızı şahsa bağlı olmaktan çıkartmak gerekir.

Cumhurbaşkanı devletin başıdır ama dış politikayı uygulayan birimlerin başta Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlar olması gerekir.

Dolayısıyla, her kafadan ayrı bir ses çıkınca, gölge dışişleri bakanı gibi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterinin her konuda acilen açıklama yapması, sonrasında yaşananları toparlamada sorun hâline geliyor.

Dış politika kalıcı dostluklarla ya da kalıcı düşmanlıklarla yürütülemez, onun için bu işi yürütenlerin eylemlerine ve söylemlerine çok dikkat etmesi gerekiyor.

Bazen üzülüyorum çünkü henüz daha Dışişlerinden bir açıklama gelmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan İbrahim Kalın'a pat diye bir açıklama yaptırıyor, sonra telafi edemiyorsunuz.  Sonra da Sayın  Erdoğan sıkışınca “Bana mı sordunuz da gittiniz!” deyip çıkıyor.

Rusya’yla yaşadıklarımızdan sonra şimdi yeniden hem Rusya’yla hem İsrail’le belli bir noktaya gelelim diye görüşmeler başladı. Rusya’da 2 liderin görüşmesiyle bir normalleşme süreci başladı.

Bundan en muzdarip şehir olan Antalya’nın milletvekili olarak bu gelişmeden memnunuz ama niye bu noktaya geldiğimizi de konuşup değerlendirmezsek aynı hataya tekrar düşeriz.

İsrail İle Anlaşmada 3 Şartın Biri Gerçekleşti: O da Tazminat değil, Lütuf!

“Ha anlaştık, ha anlaşacağız" derken İsrail’le anlaşma yapıldı. “Anlaşma” derken de söylenen 3 maddeyle ilgili değil, sadece 1’iyle ilgili. Aslında o da yarım bir anlaşma çünkü gördüğümüz kadarıyla anlaşma sadece tazminat unsurunu içeriyor.

Bu ise maalesef baştan konuştuğumuz anlamda değil, bir lütuf, ihsanda bulunma gibi bir anlaşma. Peki, nasıl buraya geldik? Yani, bu anlaşmayı biz neden yapıyoruz? Bunun çıkış noktası neydi? Geriye doğru baktığımızda, Mavi Marmara olayının yaşanmasının nedeni o gün, o geminin, o limana yanaşmamasıydı.

Yani onların söylediği şekilde yardımı götürseydik sorun olmayacaktı. Peki, şimdi şu anda ne yapıyoruz? Yine İsrail’in denetiminden geçilerek Aşdod’a göndereceğiz. Peki ne olacak? Yine ablukayı tanımış olmuyor muyuz? Nereden gidecek yardımlar? Ben merak ediyorum.

Gerçek anlamda deniz ambargosu kalkmamış, buradan anlaşılan bu. Yardım malzemelerinin Aşdod’a indirilmesini ve izin verilecek malzemelerin Gazze’ye aktarılmasını teklif etmişti, yine oraya gönderiyoruz.

Peki, sonrasında şimdi ne olacak? Sadece, bu anlaşmayla beraber, biz onların verdiği parayı alacağız, tazminat yerine de bir lütufta bulunacaklar, o lütfu alıp zarar görenlerin yakınlarından dava açmış olanlara o parayı dağıtacağız. Karşılığında ne yapacağız? Karşılığında da onların açtıkları davaları buradan yasa yoluyla iptal edeceğiz.

Normal şartlarda tazminatı vermeleri için bir anlaşmaya gerek var mı? Aynı şekilde o gün bu olayın yaşanmasına neden olan, onların gösterdiği yerden ve onların denetimiyle yardımı göndereceğiz. Peki, o zaman niye bu kayıpları yaşadık, onların hilafına hareket ettik? Bu tartışılması gereken çok önemli bir konu.

Özür meselesi vardı ki özür dilendiği söyleniyor, Hükûmet “Bir şekilde onu hallettim.” diyor. Uluslararası literatürde “özür” dendiği zaman bunun bir beyanla olması lazım. O günün şartlarında araya Amerikan yetkililerinin girmesiyle bir telefon diplomasisi olmuş, o ayrı ama “resmî özür” dediğimiz zaman farklı şekilde çalışıyor.

Tamam, bunu da bir yumuşama olarak kabul edelim. Evet, bunlar ilişkilerin düzelmesi açısından önemlidir ama doğru takdim edilmesi gerekirdi. Ortada elle tutulur bir tane somut şey var, o da “tazminat anlaşması” dediğiniz ama hiçbir yerinde tazminat geçmeyen bir şey.

Yani bir lütuf aslında. “Tazminat” dediğimiz hukuki bir tabir. Tazminat hukuki olarak bir zararın tazmini, fakat lütuf derseniz zarar değil, karşılıklı barışmanın, görüşmenin bir lütfu anlamındadır.

Vatandaşlarımızın zararı karşılanır, o olumlu bir şey ama neyi yaptığımızı doğru tanımlamamız gerekiyor. Onun için sanki böyle “Çok büyük bir şey yaptık, her şeyi çözdük.” gibi değil. “Bir adım attık, yumuşama sağladık, belli bir noktaya getirdik.” demek başka bir şey, “Biz söylediğimiz 3 şartı da yaptırdık.” demek başka bir şey.

AKP neden bunu söylüyor onu da söyleyeyim: Hep söylediğim ifrat tefrite kaçıldığı için, dış politikada iç politikaya yönelik sert söylemler söylemek hoşunuza gidince sonra bunun ceremesini millet çekiyor, sonra geri dönerken de böyle bir sürü şey anlatmak zorunda kalınıyor. Oysaki kurumsal bir dış politika millî bir şekilde uygulansa, ilgili kurumlara danışılarak bunlar yapılsa böyle bir şeye düşmeyiz.

Önce Ülkem Diyen MHP Çok Yönlü Dış Politikayı Savunur!

Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı ama bundan sonra “Parlamenter diplomasi” ile dış politikamızı yönlendirmeliyiz. Yurt dışı ziyaretlerimizde değişik ülkelerde parlamento olarak gittiğimiz zaman ağırlığımız başka oluyor, maalesef, Hükûmet sözcüsü olarak AKP'nin tek başına söylediği eskisi kadar dinlenmiyor, bu kredibilite kaybı da sürekli olarak ileri geri konuşmanızdan kaynaklanıyor.

Çünkü söylediğimizin sürekli arkasında duramıyorsunuz. O zaman da ülkeler bize farklı bakmaya başlıyor. Biz MHP olarak her zaman “Millî çıkarlarımıza göre, önce ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben.” anlayışına göre politika yürütüyoruz, özellikle de dış politika konusunda içerideki çekincelerimizi ayrı tutuyoruz Ülkemizin bütün komşularıyla, çıkarı olan bütün ülkelerle karşılıklı çıkar çerçevesinde ilişkilerini yürütmesi; İsrail, Rusya dâhil olmak üzere ilişkilerini düzeltmesi sevindiricidir ama bunu yaparken de o geçmişteki hatalarımızdan ders almamız ve bundan sonra bunları yaşamamak üzere dikkatli olmamız gerekiyor.

Ben bunun bize bir ders çıkaracağımız bir olay olması gerektiğini düşünüyorum. MHP olarak bizim derdimiz bundan sonra bölgesel bir güç olacak, 2023 lider ülke vizyonuna uygun olarak bölgesinde bir güç olabilecek Türkiye’yi hem ekonomik olarak hem siyasi olarak hem dış politika alanında inşa etmek.

Onun için de şahsa bağlı dış politikadan vazgeçmemiz gerekiyor. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir Türk-İslam medeniyetini yeniden ihya ederek; her zaman millî, çok yönlü, komşularıyla iyi geçinen, bölgesel güç olarak, önce başta Türk devletlerine, sonra İslam ülkelerine, sonra bütün bu coğrafyaya ve dünya barışına katkıda bulunacak bir dış politikayı savunuyoruz.

yukarı çık
0
Paylaşım