Menu
RSS

Ülkelerin büyüklükleri, hükmettiği coğrafya ve nüfusuyla değil, Uluslararası Arenadaki etkinliğiyle; ekonomik ve politik gücüyle ölçülmeli. Dünya Devleti olmak, siyaset ve finans çevrelerinde hakim olmakla doğru orantılıdır.

Yüzyıllardır gerek yüzölçümü gerekse nüfusuyla sıralamayı kaptırmayan Çin ve Hindistan dahi, son birkaç yıla kadar bir Dünya Devleti statüsünde görünmemekteydi. Uluslararası arenaya yön verenler, para piyasalarındaki geçerli akçelere ve borsalara sahip olanlar, askeri etkinliğe ve ticari lobilere sahip olanlardır; siyasette tutarlılık sahibi ülkelerdir. Bahsettiğim bu iki ülkeyi, son yıllarda özellikle istihdam kalemlerindeki nüfusa dayalı avantajları öne çıkardı. Dışa açılımın artılarını, ucuz işgücüne yaslanmış, basit teknolojik taklide dayalı ekonomik yapıya giydirerek sağladılar.

Ancak, ekonomileri devleşirken, hiçbir zaman tarihsel kazanımlarından ödün vermedi bu devletler. Ne ulusal birliktelikleri, ne gelenekleri ne de toplum ve devletlerinin temel taşlarını, oynatmadılar. Bunun yanı sıra dikkat çekilmesi gereken bir özellikleri daha var bu ülkelerin. Uluslararası ya da bölgesel sıcak çatışmalardan uzak durmaya, hatta fikir dahi beyan etmeyen kapalı bir toplum oldular yakın geçmişe kadar. BM çatısı altındaki 5 li oluşum hariç, Çin’in ve Hindistan’ın çok etkin olduğu bir Uluslararası çatı da bulunmamakta.

Bir örneğe daha değinmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşından darmadağın çıkmış bir Japonya’nın, bugün aradan 65-70 yıl geçmesine rağmen çabuk toparlanıp, imrenilecek bir çalışkanlıkla, son 25-30 yılın Dünya teknolojisine yön veren bir ülke haline gelmesi… Japonya’nın da bu arenada fazla bir siyasi etkinliği yok, hatta konvertibl bir para birimine de sahip değil. Dünya politikasında belirleyicilikten uzak; ama kendi yağıyla kavrulmanın da çok ilerisine geçmiş bir ülke.

Doksan yıllık genç bir Cumhuriyetiz. Her ne kadar hedef, 2023 denilse de, neden yüzüncü yıl bekleniyor; anlamak zor gibi. Yani yüzüncü yılda Dünyanın sayılı devletlerinden; ekonomisi, siyasete yön verişi ile ‘’Top 10’’ a gireceğiz diye mi bu sloganlar? Yoksa Cumhuriyetin yüzüncü kuruluş yıldönümüne gelen 2023 yılında devletin rejimine yönelik tatlı sürprizler mi bekliyor bizi; hep birlikte göreceğiz. Öyle ya, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukuk kavramlarından uzaklaşılan böyle bir ortamda, gelecekle ilgili iyimser tablolar çizmek pek fazla pozitiflik olur. İktidarın on iki yılı aşkın süredir kazandırdıklarını, kaybettirdikleriyle karşılaştırmak bizi gülünç duruma sokmaz mı? Atatürk’e ve anılarına kadar varan tüm saldırıların yanı sıra, bir de fiili olarak son yıllarda bıraktığı emanetleri ve cumhuriyetin kazanımlarının teker teker özelleştirilmesi devleti kapital simsarlarının önüne atmak değil midir? Adamlar yukarıda yazdığım gibi, bizden çok sonra ilerleme ve gelişme trendine girmişler, o kadar büyük ekonomilere sahip olmuşlar, ama hala Dünya Siyasetinde etkili olamamışlar.

Biz ise Batının tüm oluşumlarına yamanmışız, tüm ittifaklarında hemen hemen yer almışız, hatta bu uğurda ilgimiz ilişkimiz olmayan Kore’ye asker yollamışız, altmış yıldır tüm sağ iktidarlar döneminde dış politikamız hep dibe vurmuş, son iktidar döneminde de sıfır sorunla devralınan komşuluk ilişkilerimizi sıfır sorunsuz hale getirmişiz. Yüz otuz milyar dolar civarında devraldığı borç rezervini beş-altı yüz milyar dolarlara çıkarıp, Merkez Bankasındaki altın stoğuyla övünen, yetmiş beş yıllık ekonomi kazanımlarını kah özelleştiren, kah dış kapitallere satan, daha sonra da duble yollar ile övünen; aylık yüz lira taksitle devleti zarara uğratma pahasına Tokilere ev sattırarak reklam ve siyaset yapan bir devlet haline gelmişiz. On iki yılda bu kadar kaybın bilançosunun hesabını sormaktan ziyade, yaptıklarıyla övünen bir siyasi anlayışı alkışlayan bir toplum inşa ediliyor. Ekonomik değerlerimizi tek tek kaybetmenin yanı sıra, manevi değerlerimiz, inançlarımızla oynanması ve siyasi malzeme yapılmasına ses çıkaramıyoruz. Ya da sesimiz duyulmuyor. Çünkü her gün gündem değiştiriliyor, vatandaşın tepkisi sindiriliyor, devletin güvenlik güçleri, yargısı, basını, iktidarın baskı ve tehdidi altında. Vatandaşın kafası, yıllar önce neredeyse bankalar tarafından dağıtılan kredi kartları ve ele geçirilen yandaş-tekelleştirilmiş Tv lerdeki yarışma, evlendirme programlarıyla uyuşturulmuş durumda.

Sindirilmiş ve tepkisizleştirilmiş; vurdumduymaz hale getirilmiş toplumumuzda siyasete ve ekonomiye duyarlı kişiler bulmakta zor haliyle. Hele bir de hava atmayı seven, delikanlı yanımız öne çıkarsa tutmayın artık böyle iktidarı. Övündüğümüz siyasilerin kabadayı hareketleri oldukça, hakaret dolu söylemleri oldukça ve onların yalanlarını unutmakta da zorluk çekmiyorsak, demek ki toplum olarak bazı yönetimlere layığız. Zaten bu tip siyasetçiler de bunun farkında ki, önce eğitim sistemimizle oynarlar. Her yıl farklı sistemler geliştirerek gelecek nesillerin sağlıklı yürümesini engellerler. Baktılar bunda başarılı olamadılar, bu sefer devletin çeşitli aşama sınavlarına el atarlar. Yandaşların bir yerlere gelmesi ya da bir işe yerleştirilerek kadrolaşmayı sağlama adına, dalaverelere girişirler. Düşünün neredeyse on yıldır devletin resmi sınavlarında şaibesiz sınav yaşanmadı. Yok, sorular çalındı, yok cevap anahtarı çalındı, yok sorular yayınlanamayacak, yok, yok, yok…

Peki, bir diğer yandan: Devlet olarak, kendi hükümranlık alanlarımızda ne kadar etkiliyiz? Ulusal sınırlarımız içerisinde devletin gücü dışındaki güçlerin, adeta devlet içinde devlet gibi hareket edebilmelerini, ‘’açılım’’ safsatasıyla nasıl hazmettirilmeye çalışıldığını da bu iktidar döneminde gördük. Daha geçen gün Terör örgütü Şemdinli’de İşid militanlarını yakalamış ve Yüksekova’ya sorguya götürmüştü. O bölgede devletin güvenlik güçleri nasıl bu kadar etkisizleştirilebiliyor.

Devlet olarak, ekonomik alanda mı, sosyal alanda mı, kültürel alanda mı, askeri alanda mı, dış politika alanında mı Dünya Devleti olacağız? Bazı örneklemeleri verdim. Hatta ‘’böyle sanatın içine tükürürüm’’ gibi sanatsal söylemlerle; vatandaşa ‘’kavat’’ der gibi insancıl söylemlerle de, Dünya Devleri arasında kendimize yer bulabilir miyiz?

Dış politikamızın zikzaklarla dolu olduğu son on yılda ise, vatandaşımızın en hoşuna giden hareketlerin başında, Davos’ta İsrail’e konulan posta var. Öyle ya erkek millet olmanın verdiği cesaretle, tüm uluslararası teamülleri allak bullak eden bir dış politika, ilk defa bu dönemde yaşandı. 2002 yılında iktidarın ilk yılında Dışişleri Bakanlığı yapan Yaşar Yakış’ın Atina’da, Tayyip Erdoğan tarafından, dış politikanın tüm kuralları çiğnenerek, yana atılıp dışlanması, diplomatik fiyaskoların başlangıcıydı. Yakın yıllarda ise, ‘’Kardeş Esat’’ ile ilgili Suriye politikasındaki sert virajlar ve uçurumdaki sert frenler, Filistin, Irak, İşid ve çevrelerindeki hesapsız girişim ve tutarsız söylemler, dış politikamızın ne kadar sorumsuz kişilerin elinde olduğunu gösteriyor.

İşte Türkiye bu süreçleri yaşayıp yaşatarak Dünya Devleti olmaya aday. Zihniyet, halkın günlük yaşamını idare ettirebilmesi üzerine kurulu. Dolayısıyla vatandaş, toplumsal gelişmelerden uzak, sadece kendisine ulaştırılan hizmet ve gelişmelere göre gününü sürdürüyor. Dünya siyasetini ve ülke ekonomisini, kendisine nasıl ve hangi kanaldan iletiliyorsa, o kanalın objektifinden görüyor. Kendi ekonomik ve sosyal hayatının zorluklarında boğulmuş durumda. Kısır mutluluklarla, gelecek kaygısından uzaklaştırılmış bir toplum yaratılıyor.

Şimdi önümüzde daha farklı bir süreç işleyecek. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yeni Başbakan belirlenecek. Ama sanmayalım ki, geçmiş yıllardan farklı olacak. Dış politikada Erdoğan’ın çizgisinden çıkmadan; dengelerimizi darmadağın eden bir zihniyet, şimdi, Başbakan olarak ekonomik ve sosyal hayatımızı dağıtacak. Ha, daha önce yıpratılmamış mıydı ülkenin değer ve dengeleri? Evet, ama şu süreçte AKP içindeki yeniden yapılanma ve nemalanma süreci, Başkanlık sistemi oturtulmadan çok farklı ve zor tartışmalara gebe. Kanımca hedeflenen Dünya Devleti ve başındaki Dünya Liderinin, ‘’Kırmızı Çizgi’’ ile ‘’Kırmızı Nokta’’ arasındaki farka dikkat etmesi gerekiyor. Her devletin Kırmızı Çizgileri vardır, tartışılması dahi, ülkeyi felakete götürür. Biz bu noktada on iki yıldır epey sıkıntılıyız, çizgi çoktandır aşılıyor. Muhalefet olmadaki noksanlıklarımız ve iktidarın bu hırsı devam ettiği sürece çizgi kapanacak, geleceğe dair kaygılarımız, korkarım gerçeğe dönüşecek.

Bir de ‘’Kırmızı Nokta’’ konusu var ama o konuyu hiç açmak istemiyorum. ‘’Kırmızı Çizgi’’ ile bu kadar oynayan zihniyet, özellikle kadın haklarının bu kadar çiğnendiği böyle bir dönemde, ‘’ Kırmızı Nokta’’ ile ne kadar sıkıntı yaşatır millete Allah bilir.

                                                      MUSTAFA TONGUÇ

0
Paylaşım