Menu
RSS

Yeniden merhaba, İlk sayıyı anımsadığımızda sağlıkta dönüşüm adı altında aslında sistemin özelleştirilmesini ve halkın müşteri, sağlık çalışanlarının ise güvencesiz amele yapıldığını paylaşmıştım sizlerle…

Bugün çoğu gencimizin o tarihlerde henüz doğmadığı ancak okuyarak öğrendiği bir olay vardır. Ülkemiz için sadece ekonomik değil sosyal, siyasal ve kültürel bir dönemeç demek olan “24 Ocak Kararları”.

24 Ocak kararları adı altında ekonomik tedbirler alınmıştı. Hazırlayan IMF destekli rahmetli Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel’di. Bu program aslında kemer sıkma politikası da denilen halkın yoksullaştırılması programıdır. Bu yüzden var olan tüm sendikalar ve sivil toplum kuruluşları bu programa karşı çıkınca mevcut durumda bunun uygulanamayacağı görülür ve ortamın hazırlanması için kanlı 12 Eylül Darbesi yapılır. Sendikalar, siyasi partiler, dernekler aklınıza ne gelirse halkın örgütlü olduğu her oluşum kapatılır. Ülke insanı ve gençliği adeta kılıçtan geçirilir. Ya öldürülür, ya cezaevlerinde işkenceden geçirilir toplum. Ya da korku içinde yaşatılır. Ama bazılarına göre her ne pahasına olursa olsun sermayenin bekası için bu program uygulanacaktır. Nitekim öyle de olur.

Sağlıkla ilgisine hemen geçelim isterseniz. 12 Eylül öncesi tam gün yasası vardı ve sağlıkta sosyalizasyon adı altında 1960’larda başlayan uygulama sonrası sağlık hizmetleri ücretsizdi. Özel muayenehanesinde çalışan hekim nadir sayıda idi. Sağlık çalışanları da halk da sağlık sisteminden memnundu. 12 Eylül Darbesi sonrası Kenan Evren şu ünlü sözünü söylemişti: “Bir doktor benim astsubayımdan fazla maaş alamaz.” Bunun üzerine sağlık çalışanlarının ücretleri hızla düşürülürken onlara “siz de muayenehane açın ek iş yapın paranızı kazanın” dediler. Evet doktorlara muayenehane açmayı devleti yönetenler söyledi. Muayenehane sistemini bir başka yazımda canlı örnekleri ile ayrıca değerlendireceğim.

1990 başında sağlık ocağında hekimlik yaparken halktan muayene parası almıyorduk ve kimseye ayrım yapmıyorduk. Yine, 1990’lı yıllarda sağlık hizmetlerinin sürdürülmesi için işçilerin maaşlarından kesinti yapılan ve işçi temsilcilerinin de yönetiminde bulunduğu SSK (Sosyal Sigortalar Kurumu) Hastaneleri vardı. Halkın tercih ettiği sağlık hizmetlerinin eşit ve neredeyse ücretsiz sürdürüldüğü SSK hastanelerine ve dispanserlere olan yatırımlar zamanla kesilerek sayıları azaltıldı. Hatta ünlü Erbakan Hükümeti döneminde SSK’lıların paralarından faizsiz olarak havuz oluşturulmuş ve bu paralar diğer KİT’lere aktarılmıştı. Finansman gereksinimi de yüksek faizlerle bankalardan temin edilerek zararı katlanmış ve borçlu hale getirilmişti.

Denizli ilinde 2004 yılında çalışmaya başladığım Bölge SSK Hastanesi 100 yataklı bir hastaneydi. Yanlış duymadınız 1990’lı yıllarda yıldızı parlayan ve hemen hemen halkının tamamına yakını işçi olan Denizli’de 100 yataklı hastanede hizmet vermeye çalışıyorduk. 4-5 yataklı odalarda bir hastanın ayağının diğer hastanın başına dokunduğundan şikayet etmemiz bir yana onlar için yatacak yer bulduğumuza şükrediyorduk. Hastanenin bir yoğun bakımı yoktu.

SSK Hastanelerinin içine düştüğü durumun sorumluları çalışan hekimler ve sağlık personeli değildi. Sorumlusu planlama ve sağlık için yatırımı zamanında yapmayan sistemin uygulayıcılarıydı. SSK açıkları nedeni ile 3,5 milyar dolar için büyük yük diye feryat edenler sağlıkta dönüşüm adı altında yıllık 50 milyar doları gözden çıkarır hale geleceklerdi. Çünkü küresel sermaye emrediyor, hükümetlerimiz yapıyordu.

Muayenehanelerin gözde olduğu ve teşvik edildiği 1980 ve 90’lı yıllarda özel tıp merkezleri ve hastaneler kurulması adeta teşvik ediliyordu. Böylelikle hastanelerin yatak ve donanım açığı özel sektör ve de özellikle doktorlar üzerinden halkın cebinden kompanse edilmeye başlanmıştı. Parası olanlar daha konforlu hizmet alıyor, kuyruklarda beklemiyordu. Özel sektörde çalışanlar memnundu, çünkü daha çok kazanıyorlardı. Özel hastaneye gidebilen vatandaşlar da gidemeyenlere lüks tüketimi övünerek anlatıyorlardı!

Halkım ücretsiz aldığı sağlık hizmetini ücretli almaya alıştırılırken sağlık sisteminin özelleştirilmesinin temelleri de atılmış oluyordu. Bir süre sonra ise bakkallardan süpermarketlere geçiş örneğinde olduğu gibi küresel sermaye gurupları için büyük hastaneler kurulacak ve bazıları da devredilecekti. Tıpkı Migros, Tansaş, BİM gibi…

Türkiye 70 milyonluk genç nüfusu ile hem düşük ücretlerle işçilerin sömürülebileceği bir ülke, aynı zamanda iyi de bir pazardı. Önce 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül darbesi, sonra 5 Nisan 1994 Kararları ile belirli bir aşamaya getirilen sağlıkta dönüşümde, 28 Şubat ve ünlü anayasa kitapçığı fırlatılması ve ekonomik kriz ile yeni bir aşamaya geçilmişti. Modern kölelik anlamına gelen “taşeron sistemi”.

Bir dahaki sayıda taşeron sistemi (sağlıkta dönüşüm), sağlıkta iş güvenliği ve güvencesiz çalıştırma konularına değineceğim. Gör benim güzel halkım, alacağın sağlık hizmetinin nasıl paran kadar olacağını…

0
Paylaşım