Menu
RSS

Her gün aynı şeyleri konuşuyoruz. Faizi indirmek mi gerekir artırmak mı? Enflasyon mu faizin nedeni yoksa faiz mi enflasyonun sonucu? Doların yükselmesi mi tehlikeli Euro’nun yükselmesi mi? Fed ne zaman faiz artıracak? Bize etkisi nasıl olacak?

 

Bu sorunun yanıtı aslında “kim için” sorusuna bağlı; sanayiciler mi, finansal yatırımcılar mı?

Ekonomi kısır döngü ekonomisi olduğu zaman tartışma konuları da hep bunlarla ilişkili hale geliyor.

2014 yılının son çeyreğine giriyoruz. 2014 yılı başlangıçta umulduğu gibi düzelmenin başlayacağı bir yıl olmadı. Tam tersine durum daha kötüye gitti. Birçok şeyin daha da bozulduğu, zor ve sıkıntılı bir 9 ayı geride bırakıyoruz. Son çeyrekte bir mucize olmayacağına göre bu yıl geçen yıldan daha kötü bitecek. Sadece Türkiye için değil birçok ekonomi için.

Büyüme rakamlarındaki düşüşle birlikte işsizlikte de artışın ortaya çıktığı görülüyor. Üretim yaparak büyüyemeyen bir ekonomik sistem nihayetinde küçülmeye doğru gideceği aşikârdır. Türkiye ekonomisinde büyüme dövizin ucuzluğundan kaynaklanan, hormonlanmış bir talep patlamasına ve kayıt dışı imar rantlarına dayanmakta. Türkiye, ulusal ekonomisini ayrıca kamu varlıklarının talanına dayalı özelleştirmeler ve çarpık kentleşme ve çevre tahribatına dayalı inşaat rantlarıyla birlikte ayakta tutma çabası içinde.

Büyüme rakamlarında ortaya çıkan düşüş ile birlikte cari işlemler açığı da düşüyor. O zaman büyüme ile cari açık arasında doğru yönlü bir ilişki görülmektedir. Çünkü büyüme arttığı zaman Türkiye’nin cari işlemler açığı da artmaktadır. Cari açıkta ortay çıkan düşüş beraberinde ithalattan alınan vergi gelirlerinin de düşmesine neden oluyor. Bu söylediklerimiz bir çizelgeye dönüştürürsek Türkiye Ekonomisini daha iyi anlamış olacağız.

Tüketim↓ KDV ve ÖTV↓
Tüketim ↓ Cari açık ↓
Cari açık ↓ İthalat ↓ İthalde alınan KDV ↓
Tüketim ↓ Cari açık ↓ Büyüme ↓
Büyüme ↓ İşsizlik ↑

Bu çizelgede ortaya çıkan en önemli şey ekonominin tüketime bağlı olduğu gerçeğidir. Tüketim değiştiğinde tüm makro ekonomik göstergeler de değişiyor. Yani talep oldukça önemli. Ama bir çelişki var gibi gözüküyor. Eğer talep düşüyorsa şu anda enflasyon neden artıyor. Bu tamamen dolar kurunun geçen yıla göre daha yüksek seyretmesinden kaynaklanıyor. Çünkü üretim büyük ölçüde ithal girdilere bağlı.  İthal girdilerin fiyatlarında ki artış, mal ve hizmetlerin fiyatlarının da artmasına neden oluyor. Bu durumda da enflasyon olgusu karşımıza çıkıyor. Bu görünümüyle aslında Türkiye Faiz kur sarmalının yol açtığı düşük büyüme yüksek enflasyon döngüsüne girmiş bulunuyor.

Kuramsal düzeyde daha “paranın fiyatı olarak faizin” kısa ve uzun dönem etkilerinin neler olacağı konusunda mutabakata varmamış olan iktisat öğretisinin, büyüme ve fiyat istikrarı sorunlarını sadece faiz politikasına dayandıran iktisat politikaları ile aşma çabaları başarısızlığa mahkûm gibi gözüküyor.

Sermaye artık “20. yüzyılın sanayileşmeci/modernleşmeci” sermayesi değil; finansallaşma ve tekelleşme aşamasını geçmiş ve rantiyerliğin tadını alarak “kumarhane kapitalizmine” dönüşmüş bir sermayenin birikim öncelikleri, kuramsal kalıplara kolay kolay sığmıyor. 

Yeni Türkiye’nin “kalkınma” (!) modeli ise 1990’lı yıllarda altyapısının hazırlanmasına karşın 1994 ve 2001 krizleriyle sekteye uğramış ve ancak AKP iktidarları altında ulusal ekonominin her köşe bucağına etkisini hissettirebilmiş bir tasarıma dayanmaktadır: Dış borçlanmaya dayalı, spekülatif yönlü büyüme
Söz konusu modelin ana vurgusu spekülatif nitelikli yabancı sermaye girişlerinin özendirilmesi ve döviz bolluğuna dayalı bir ucuz ithalat cenneti yaratılarak, iç tüketimin genişletilmesidir. Yabancı sermaye girişlerini uyaran politika demeti, yüksek faizler, özelleştirme ve/veya imar rantları veya siyasi ödünler biçiminde düzenlenebilirdi. 2003 sonrasının AKP iktidarları bu unsurların her birini farklı biçimlerde uygulamaya sokmuştur. 

Söz konusu süreçte, “döviz” sadece bir finansal fiyat olmaktan çıktı, neredeyse emek ve sermaye gibi bir üretim faktörü olarak işleyen bir üretim modeline dönüştürüldü. Türkiye’de de büyüme rakamları hesaplanırken doların fiyatının ne olacağına indirgendi; reçeteler basitleştirildi: Serbestleştir, özelleştir, yabancı sermayeyi özendir.

Bu koşullar altında ulusal ekonominin ana ikilemi ortaya dökülmüş durumda: Yabancı sermayeyi çekmek ve dış açığı finanse edebilmek için faizlerin yüksek; özel tüketim ve yatırım harcamalarını uyarmak için ise faizlerin düşük tutulması gerekli. Spekülatif-yönlü büyümenin aslında sürdürülebilir bir büyüme modeli olmadığının en netifadesi. Bu durum bugün yaşanan çelişkiyi açıkça ortaya koyuyor.

2023’te “kişi başına 25 bin dolarlık bir Türkiye ile dünyanın en büyük on ekonomisi arasında olmak” mı? Sanırım biraz ciddiyet gerekli…

0
Paylaşım