Menu
RSS
AFAD Duyurdu: Antalya'da Deprem!

AFAD Duyurdu: Antalya'da Deprem!

Antalya'nın Kaş ilçesinde 3,9 ...

PSAKD Akdeniz Bölge Sorumlusu Arslan: Kocagöz’ün Tutuklanması AKP’nin Bir İntikam Planı Olarak Görünüyor

PSAKD Akdeniz Bölge Sorumlusu Arslan: Kocagöz’ün T…

“AKP ve onun sözünden çıkmayan...

CHP: İktidarın Demokrasi Anlayışı İşte Tam Budur; Kepez Belediye Başkanı Şok Bir Kararla Tutuklandı

CHP: İktidarın Demokrasi Anlayışı İşte Tam Budur; …

Antalya’nın Sarısu teleferik h...

Başkan Böcek: Teleferikteki 25 Kabinde 184 Vatandaşımızı Kurtarma Çalışmaları Sürüyor

Başkan Böcek: Teleferikteki 25 Kabinde 184 Vatanda…

Antalya'da 1 kişinin öldüğü 2'...

Başkan Muhittin Böcek: Daha Nice Bayramlarda Hep Beraber Olmak Dileğiyle

Başkan Muhittin Böcek: Daha Nice Bayramlarda Hep B…

Antalya Büyükşehir Belediye Ba...

Antalya SES: 7 Nisan Dünya Sağlık Günü: "Sağlığım, Hakkımdır!"

Antalya SES: 7 Nisan Dünya Sağlık Günü: "Sağl…

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçi...

Prev Next

Namuslular da Namussuzlar Kadar Cesur Olmak Zorundadır
Dikkatlice okuyun bu sözleri..
“Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ben Kemal Tahir’in Toprak Ana romanında okumuştum ilk..Şeyh Edepali’nin Osman Bey’e nasihati lider nasıl olmalı sorusunun da cevabıdır aslında..(Tarihte böyle bir nasihatın var olup olmadığı kimilerine göre tartışmalı olsa da içerik oldukça zengin olduğundan bu husus bence önemli değildir.)

12 yıl dönüp arkamıza baktığımızda.. Zulm, baskı, adaletsizlik, hırsızlık yolsuzluk, darbe dönemlerini bile geride bırakan insanları sindirme operasyonlarını görüyoruz. Çatışmalar, bölünmeler görüyoruz. Acılarımızın yarıştırıldığı onlar üzerinden maktul ve katillerin yaratıldığını görüyoruz .Sistematik olarak öldürüldüğümüzü görüyoruz. Ve Artık hoşgörünün esamesi yok bu topraklarda, birbirimizi dinlemek anlamaya çalışmak çok önceleri terk etti bizleri. En üzücüsü de herşey kabul edilebilir gösterilerek meşru zeminlere oturtulabilir oldu ülkemizde.

Paralize olmak diye bir kavram vardır. Aslında içinde bulunduğumuz durumu tam olarak göstermektedir. Özetle dumura uğramak, şoka girmektir. Toplumsal olarak ise bir çeşit felç durumu, tepki veremez hale gelmek, inisiyatif kullanamamak, bireylerin kendi öz iradelerini kullanamayacak ölçüde kilitlenip kalma durumudur.

Gelelim cumhurbaşkanlığı seçimlerine..Bir bakalım..Ne diyordu Başbakan:

“Eğer bir gün duyarsanız Tayyip Erdoğan çok zengin olmuş bilin ki haram yemiştir” ..Bu anlayış bakın şimdi ne hale geldi..Sadece malvarlığı açısından mı..Ya Türkiye’nin geldiği nokta.Oldu ya Akp geldiği zaman Türkiye’yle bağlantısı kesilmiş birinin şimdi döndüğünde gördüğü manzara nasıldır hiç düşündünüz mü..Aradan geçen 12 yıllık sürede değiştirilen, dönüştürülen, içi boşaltılanTürkiye’yi..Oysa biz içinde bulunduğumuz için olayın vahametini sanki tam idrak edemedik..İnsan yavaş yavaş odayı kaplayan zehirli gazı sürekli solumasına rağmen hissetmez de hazin son çok geçmeden gelir ya onun gibi..

Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu sadece adaylar arasında geçen bir seçim değil çünkü..Aynı zamanda bir anlayış ve sistem değişikliğini de içinde barındırıyor. Oylama aynı zamanda parlamenter rejim ile başkanlık rejimi arasında. Demokrasinin tüm kurum ve kuruluşlarıyla içselleşmediği ülkelerde başkanlık sisteminin ne gibi olumsuz sonuçlar verebileceği açıkça ortada.. Parlamenter sistem içerisinde dahi kendini gösteren baskıcı anlayışın, başkanlık sistemi olursa nasıl sonuçlar vereceğini kestirmek için ise alim olmaya gerek yok herhalde..

Bu seçimde 3 aday var..Bunlardan biri de Ekmeleddin İhsanoğlu..Başlangıçta “çatı aday” özelliği taşıyabileceği, toplumun herkesiminin destekleyebileceği biri olduğu konularında tereddüt olsa da geçen zaman bu tereddütlerin büyük ölçüde ortadan kalkmasını sağlamıştır. Adayın kimseye danışılmadan daha doğrusu danışılmış gibi gösterilse de tepeden inmeci bir şekilde ortaya çıkarılması ancak cumhurbaşkanlığı sonrasında tartışmamız ve hesap sormamız gereken bir durumdur.

Ekmeleddin İhsanoğlu’na yapılan eleştirilerin bir çoğu yersizdir. Hatta adının açıklandığı ilk gün yazılan ” Ay bu ne biçim isim, böyle ismi olan biri benim cumhurbaşkanım olamaz” söylemleri, bu kibirli, bu küstah anlayış bir kenara bırakılmalıdır. Türk filmlerinde elinde viski kadehi şuh kahkahasıyla insanlara üsten bakan tavırlar artık mide bulandırıyor sadece..

Ekmeleddin İhsanoğlu da İslam Konferansı Genel Sekreterliği yapmış, Tayyip Erdoğan’dan ne farkı var, aynı çizgide oldukları kuşkuları da var..Oysa Tayyip Erdoğan’ın siyasi görüşünü geçtik artık..O kısım bitti..12 yılın getirdiği güç zehirlenmesini yaşayan, hiçbir muhalif sese tahammülü olmayan, hukuku ayaklar altına almış biri var karşımızda..Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonuna birçok bakanıyla birlikte adı karışmış biri..Hala kalkmışız İhsanoğlu da aynı çizgide diyoruz..Ortada bir çizgi falan kalmadı..Devletin bütün imkanlarını almış resmen ben “Devletim” diyor.. Milletin adamı söyleminin nasıl kara propaganda olduğu gittiği gezilerde yüzlerce korumanın olmasından anlaşılıyor.. Ergenekon, Balyoz gibi davaların nasıl düzmece olduğu ve insanların yıllarca bir kişinin dudağının arasına bakılarak içeride nasıl tutulduğu zaten ortada..Gezi’deki polis şiddeti, farklılıklara tahammülü olmayan anlayış açık..Soma’da 301 emekçinin ölmesinden sonra gösterilen emek düşmanlığına dayalı tutum açık..

Toplumun büyük kesiminde oluşan yıllardır oy atıyorum hiçbir şey değişmedi karamsarlığı da bir o kadar yanlıştır..Çünkü mücadele insan ömründen çok daha uzun belki nesillerce devam edildiğinde ancak sonuç alınabilecek bir yoldur..Bu yolun 100 metresinde bile yer almış olmak tarihin uçsuz bucaksız serüvenine katkı sağlamış olmaktır..Taşı delen suyun şiddeti değil, sürekliliğidir. Bu seçimlerin Ağustos ayına denk getirilmesi boşuna değil..O kadar iyi tanıyorlar ki tatlı su solcularını ve tatillerini bırakıp sandığa gitmeyeceklerini..En büyük ders bunun böyle olmadığını cümle aleme göstermek olacaktır.

Sol kültürden gelmediği Atatürkçü olmadığı hususlarına gelince; Bu ülkenin kendi değerlerine sahip çıkması ve gerçekten adil ve eşit bir düzen idealine yönelik mücadelenin devam edebilmesi açısından Cumhurbaşkanlığı’nda en azından söylemleriyle ve yaptıklarıyla birleştirici, bütünleştirici birinin olması şart. Bu sebeple öncelik; karşı devrimi durdurmak olmalıdır. Bunun yöntemi de şu aşamada asla boykot olamaz. Bu açından da ilerici tüm kesimlerin 12 yılın verdiği güçle iktidarda istediği gibi at koşturan bu anlayışa karşı birleşmesi gerekir. Bu güne kadar ayrışarak, ayrıştırarak, küçük olsun benim olsun mantığıyla hareket etmenin yanlışlığı ortaya çıkmıştır. Zaman asgari müştereklerde birleşme zamanıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimi de bunun için en ideal başlangıçtır çünkü illa ideolojik olması gerekmez hatta tüm toplumu kucaklaması açısından ideolojiden öte toplumun hassasiyetlerine duyarlı olması daha önemlidir. Çünkü ortada bir partinin genel başkanlığı seçiminden ziyade 76 milyonluk bir Türkiye’nin ortak iradesi söz konusudur. Bittabi bu ülkenin kurucu felsefesine uygun hareket etmesi elzemdir. Namuslu, dürüst olması, toplumun ve ülkenin çıkarlarını belirli bir takım zümrelerin ve pek tabi kendisinin üzerinde tutması, tam bağımsız bir Türkiye idealini her şartta şiar edinmiş olması gerekmektedir.

Demokratik bir zemin olmadan hiçbir fikrin yayılması ve toplumda destek bulması mümkün değildir. Şu aşamada yaptığımız, yapabildiğimiz ancak sonucu tartışmak..Oysa yapmamız gereken bu sonucu ortaya çıkaran nedenlere yönelmek ve bu nedenleri değiştirebilmek adına mücadeleye devam etmek. Yine yandaş basın aracılığıyla toplumun geniş bir kesiminden gelen en haklı ve makul istekler bile hükümete yönelik birer eleştiri barındığı için sansürlenir, istediğini kahraman ilan edip istemediğini bir gecede hain ilan çarklar, kirli odaklarca kullanılırken ideolojik mücadeleden bahsetmek mümkün değildir. Bakın işte kanalların, gazetelerin hangi adaya ne kadar yer ve süre ayırdığına. Sürekli bel altı vuran, güce ve paraya dayalı kirli propagandalara karşı durabilmek ancak birleşerek, anlaşmazlıkların bir kenara itilmesiyle mümkün olabilir. İçinde bulunduğumuz durumda; bu da her namuslu, dürüst yurtseverin tarihsel görevidir. Çünkü namuslular da namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır.  

Artık kendimize gelmenin, toplum olarak paralize olma durumundan kurtulmanın vakti değil midir? Bu yılgınlıktan, bezginlikten kurtulmanın ve haklılığın verdiği güçle sayımız az olsa da insanlara bıkmadan usanmadan gerçekleri anlatmaya devam etmenin zamanı değil midir?

0
Paylaşım